30 Temmuz 2010 Cuma

Aykut Erçetin, Hakan Arıkan, Ufuk Ceylan...

Dünkü maça ve Aykut Erçetin'e dair halen doluyum. İki sezon öncesinin tekrarını yaşadık adeta. Yine yerli kaleci ısrarı ve yine kalenin teslim edildiği körelmiş Aykut. Yine Galatasaray'ı yakan Aykut... Bu çözüm, bir kere elimizde kalmışken bir daha ısrar etmek anlamsızdı oysaki. Geçmişten neden ders alamadığımızı bir türlü anlayamıyorum. Bir de milyonlarca Euro tutarında yatırım yapılmış. Neden kalede Aykut riskine tekrar giriliyor ki?

Beşiktaş maçının görüntülerini de izleyince Galatasaray'ın Aykut konusunda ne kadar yanlış bir ısrarın içinde olduğunu bir kez daha görmüş oldum. Zamanında Hakan Arıkan hakkında şöyle bir yazı yazmıştım. Schuster biraz da mecburiyetten, Hakan'a ihtiyacı olan şansı veriyor. Hakan da her maç üzerine koyarak oynuyor. Sezon öncesinde Galatasaray'ın gündemine geldiğinde çok istemiştim kendisini. Ama bir şekilde olmadı. Dün gece kalede o olsaydı farklı olacaktı her şey.

Ancak madem Hakan yok, elimizdekilere bakacağız. Elde Aykut'tan kat be kat kaleci olan Ufuk Ceylan var. Yaşı da genç. Üstelik her kalecinin ihtiyacı olan doğal cesarete de sahip. Oynadıkça daha da açılacaktır. Bir şekilde değerlendirilmesi lazım artık. Ayrıca kötü olsa ne yazar? Aykut'tan kötü olacak değil ya?

29 Temmuz 2010 Perşembe

Galatasaray:2 OFK Belgrad:2 / Aykut! Muhasebeye...

Dünkü maçın bir benzerini izledik bu akşam. Yine deplasman takımı hiçbir şey oynamadan skor avantajı elde etti.

Bir kere elde var bir: Ali Sami Yen'de alınmış. 2-2'lik skor, Galatasaray açısından tek kelimeyle berbat bir skor. Yani nereden tutsan elinde kalır. Savunulacak bir yanı yok. Peki futbol? Ne yalan söyleyeyim, çok da karamsarlık yaratacak bir oyun yoktu bence sahada. Tek sorun, takımın kondüsyon ve konsantrasyon sorunu. Ki bu da büyük bir sorun aslında. Yani karşında seninle asla boy ölçüşemeyecek bir takım var ve adamların nefesi senden iyi. Bu olacak şey değil.

Gelelim, günahları paylaştırmaya...

Bir kere Aykut ne kadar iyi niyetli ve çalışkan olsa da bu takımın kalecisi değil, o-la-maz... Adamda o ışık yok. Haa, ama Aykut'u koy kapanan bir takımın kalesine. Orada bir şeyler yapabilir. Çizgi kalecisi çünkü adam. Hadi ilk golü geçelim, ama ikinci golde topa çıkmamasını kim nasıl açıklayabilir? Bir de kararsız adam. Çıksam mı çıkmasam mı yapıyor. Ve bunu senelerden beri yapıyor. Yeni bir şey de değil. Demek ki antrenmanlarda bu durumun üzerine gitmiyor, gidilmiyor. Gitmemesi kendi hatası. Gidilmemesi kaleci antrenörü Nezih Ali Boloğlu'nun hatası. Ki Nezih Ali Boloğlu hangi yetisiyle kaleci antrenörlüğü yapıyor bilmiyorum. Yetenekli bir kaleci değildi. Tecrübeli bir kaleci hiç değildi. Yani Aykut'un ondan fazla maç tecrübesi vardır. Gerisini siz düşünün.

İkincisi, bu takımın bugün sahaya Ayhan-Barış-Mustafa Sarp orta sahasıyla çıkmasında kimin payı varsa hepsi kendinden utansın. Buna Rijkaard da dahil, başkan da... Ayhan, Barış ve Mustafa Sarp'ı teker teker düşününce hiçbirisine özel bir antipatim yok. Hatta severim de. Galatasaray taraftarının kendilerine haksızlık ettiğini düşündüğüm bile olur. Ama üçünün bir arada oynadığı bir orta saha kurgusuna düşmanım. Bu üç oyuncu bana göre iyi birer yedektir. Zaten aslına bakarsanız, 25 kişilik kadroda üçünün de olmasına gerek yok. En fazla ikisi bulunabilir bence. Bugün de iyi niyetle mücadele ettiler. Ancak kapasite belli işte. Daha ötesi olmaz. Özellikle Ayhan, ikinci yarıda tel tel döküldü. Çünkü adamın nefesi yetmiyor, fiziği kaldırmıyor artık. Lorik Cana'yı neden transfer etti bu kulüp? Herhalde böyle maçlarda son 10 dakika oynasın diye değil. Hadi maça Ayhan-Barış-Sarp'la mı başladın? O zaman Cana'yı da en geç 60'da sokacaksın oyuna. Diri tutacaksın ortayı. Yetmedi mi? Musa'yı da sokacaksın.

İkinci golde bir hata da savunmada. Golü atan adam 1.90'ın üzerinde ve kale sahasında bomboş kafa vuruyor. En basiti, rakip korner atıyor yahu! Adam paylaşımı denen bir şey var. Yanında nasıl kimse olmaz. Orada 1.90'lık santrforun yanında bulunması gereken adam da Galatasaray'ın hava toplarında en etkili ismi olmalı. Yani bugünkü kadroda Servet. Neredeydi peki Servet? Ben çok aradım. Kale arkasından, pilot kameradan, yakın çekimden... Hiçbirinde Servet kadrajda yoktu. Ne diyelim, sana da bravo Servet...

Sıra geldi yönetimin günahına. Aslında bu günah, iki sezon önceki Steaua Bükreş maçına kadar gider. O maçta Baros Galatasaray forması giyiyor olsaydı takım Şampiyonlar Ligi'ndeydi. Ama pintilik işte. Sonra ne oldu? Kulübün borcu fazla vs. dendi. Boşa harcayacak para yok dendi. Yok efendim, ince eleyip sık dokuyoruz dendi. En iyiyi en ekonomik şartlarda alacağız dendi. Şimdi halen 3 transfer bekliyoruz. Ve belki yine bu pintilik yüzünden Avrupa defteri erken kapanabilir. Zaten kapanırsa da almasınlar kimseyi. Bu takım çıksın oynasın. Kimi getirebileceksin ki hem? UEFA'da bile oynamıyorsun. Aferin yönetime. Böyle devam... Verin transferi Adnan Sezgin gibilerinin eline. Kimse Adnan Sezgin futbolu iyi bilir falan demesin. Transferi beceremiyor işte adam. Oldu olacak yanına bir de Haim Fresco verelim?

İyilere bakalım bir de. Ben Pino'yu beğendim mesela. İsmi Galatasaray taraftarını çok da tatmin etmemişti ancak galiba futbolu edecek. Çok süratli. Tabir-i caizse yardırarak gitmeyi seviyor. Gerekirse topu ayağına yapıştırıp dripling de yapabiliyor. İkinci golde de katkısı vardı. Kewell da oynadığı sürece etkiliydi. Galatasaray hücumu bu iki oyuncunun oyuna girişinden sonra çeşitlilik kazandı. Onlar olmadan da etkiliydi ancak onlarla daha farklı bir hüviyete büründü. Daha Avrupai oldu. Baros da aralarına katılınca düşünemiyorum ileir 3'lüyü. Arka taraf sağlam olsun yeter. İleri 3'lü skor yapmakta zorlanmayacaktır.

Ayrıca Arda da bugün takımı en çok sürükleyen isimdi. 2 gol atmasından belli zaten. Oyunun içinde de etkiliydi Arda. Sezona yine iyi bir başlangıç yapıyor yani. Umarım ki devamı geçen sezonki gibi olmaz.

Netice olarak söylemek gerekirse kötü bir skor alındı. Belgrad'da mutlaka galibiyet gerek. Galatasaray bunu alabilecek güçte tabii. Ancak rakip de ne kadar zayıf olursa olsun Yugoslav ekolünün bir temsilcisi. Ortam görmüş adamlar ne de olsa. Doğuştan gelen bir yatkınlıkları var ve mental olarak iyi durumdalar. Ben, Galatasaray'ın yeteri kadar konsantre olunursa ve istenirse ikinci maçta galip gelebileceğine inanıyorum. Zaten aksi bir durum olursa seyreyleyin cümbüşü...

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Young Boys:2 Fenerbahçe:2 / Bazen Şans Da Lazım

En sonunda söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim. Maç boyunca Rıdvan Dilmen'in de söylediği gibi, bu şartlar altında alınabilecek en iyi sonuçlardan biriyle bitti maç. Eğer çok büyük bir aksilik olmazsa Fenerbahçe turu geçecektir gibi görünüyor ama yine de Kadıköy'de temkinli olmak lazım.

Şimdi gelelim ayrıntılara...

Fenerbahçe inanılmaz kötü oynadı bu gece. Belki de rakip fazla iyi oynadı. Bilemiyorum. Ancak şurası kesin ki, terazide hafif kaçan kısım hep sarı lacivertliler oldu. Tek mevkii hariç... Kale... Rakip takımda 19'luk tecrübesiz yedek kaleci sahadayken Fenerbahçe'nin kalesinde Volkan Demirel fark yaratan bir performans sergiledi. Sarı lacivertliler bu avantajı iyi kullandı. Neredeyse 2 kez rakip kaleye gittiler. İkisinde de Young Boys kalecisi kırmadı onları.

Geri kalan her bölgede Young Boys takımının üstünlüğünü izledik 90 dakika boyunca. Savunmaları dengeli, orta sahaları çabuk ve diri, hücumcuları ise agresif ve şanssızdı. Eğer kalede Volkan yerine ortalama bir kaleci olsa ve İsviçre takımının oyuncuları bu kadar şanssız olmasa skor 5'leri 6'ları görecekti. Direkten dönenler, Volkan'ın kurtardıkları, savunmaya çarpanlar ve boş kaleye atılamayanlarla birlikte tonla gol kaçtı Young Boys adına.

Fenerbahçe'de eksikler çoktu. Aykut Kocaman, başta Lugano olmak üzere, Gökhan Gönül, Özer Hurmacı, Mehmet Topuz gibi oyuncularından faydalanamadı. Peki bu durum futbolu bu kadar etkiler mi? Kesinlikle etkiler. Mesela Gökhan Gönül oynasa sağ kanatta böylesi etkisiz olunmaz, Kazım belki kırmızı kart görmezdi. Aynı şekilde Özer ve Mehmet Topuz oynayabilecek durumda olsaydı en azından son dakikalarda Aykut Kocaman sünepe Deivid'den medet ummaz, oyunu tutacak bu iki diri oyuncusundan yararlanabilirdi.

Kazım'ın kırmızı kartı sonrası takım fazlasıyla geriye gömüldü. Normal bir durum tabii bu. Gömülü savunmada Bilica-Bekir ikilisi fena direnmedi açıkçası. Hoş, rakip bol pozisyon buldu ancak ikinci yarının bir 30 dakikasını çok iyi kilitledi Fenerbahçe. Ancak hem yorgunluk, hem de rakibin kendi sahasından mağlubiyetle ayrılmak istememesi nedeniyle saldırması, bolca pozisyonu beraberinde getirdi.

Es geçmemek gereke bir nokta var ki, o da bu sezon eğer o bölgeye bir transfer yapılmazsa Fenerbahçe'nin sol kanattan çok atak yiyeceğidir. Geçen sezon ağırlıklı olarak Santos-Vederson önlü arkalı oynamış, ve sol kanat savunmasında sorun yaşanmamıştı. Ancak bugün gördük ki rakibin sağ beki de hücumcuysa Fenerbahçe sol beki paspasa dönecek. Sutter-Degen ikilisi bugün bunun ilk örneğini sergiledi. Sol öne mutlaka savunmaya yardım edecek birini bulmalı Fenerbahçe. İkinci yarı bu açığı Selçuk'la kapatmaya çalıştı Aykut Kocaman. Fakat o da çözüm değil. 1-2 maç belki bu şekilde idare edersiniz ama 3. maçta Selçuk patlar. Nitekim bugün penaltı yaptırarak bu konudaki ilk ışığını verdi kendisi de.

Stoch yine kötü değildi bu maçta. Ancak onun da savunma konusunda zaafları var. Alex de sahadayken fazlasıyla riskli oluyor bu durum. Bir de forvet konusu var tabii. Yönetimin daha fazla geç kalmadan oraya birini getirmesi gerekiyor. Gökhan Ünal katil edecek yoksa Fener taraftarını. Semih de aynı şekilde fazlasıyla zayıf kalıyor. Zaten onun kafa başka yerde bariz bir şekilde. Bakalım ne zaman Fenerbahçe'ye konsantre olabilecek.

Başta da dediğim gibi sonuç çok iyi. Fenerbahçe bu şansı taraftarı önünde çöpe atmayacaktır diye tahmin ediyorum. Rövanşa sakatlıklarda düzelme olursa avantaj. Tabii yine de sakatlıklar düzelse dahi doğru düzgün idman yapamamış oyunculardan ne gibi bir verim alınabileceği muamma. Ancak en azından Lugano'yu sahaya sürebilmeye bakmalılar. Çok büyük bir aksilik olmazsa turu atlayacaktır Fenerbahçe.

27 Temmuz 2010 Salı

Galatasaray 2010-2011 Sezonu Formaları

Bugün Galatasaray'yın yeni formaları nihayet bizlere tanıtıldı. Peşinen söyleyeyim, korktuğum gibi değil ancak tatmin edici de sayılmaz.

İlk olarak klasik parçalı formadan başlayalım. Geçen sezonun aynısı. Tek bir fark göremedim. Varsa da ince detaylar vardır ancak önemli değil. Yeni forma tasarımı diye tanıtmasalar da olacakmış hani. Bugünkü formalar içinde bende en büyük hayal kırıklığı yaratan model bu oldu. Parçalı olmasının hatrına bir şey demeyelim şimdilik.

Arslan Forma olarak lanse edilen forma, gayet şık. Göğüs kısmında büyük bir aslan kafası işlenmiş. Göze çok hoş geliyor. Bu sezonun şüphesiz en çok satan modeli bu olacak. Tek kelimeyle başarılı bir tasarım.

Mercan adı verilen forma ise aylardır tartışılan ve pembe diye eleştirilen forma. Geçen sezon mor olduysa bu sezon da pembe olur halbuki. Hoş, bu tam pembe de sayılmaz. Palermo'nun renklerini andırıyor. Siyahla tamamlanması ve şortun da siyah olması çok mantıklı. Bence onca eleştiriye rağmen bu da satacak. Özellikle bayan taraftarlar bu formaya ilgi gösterir gibime geliyor.

Bir de son olarak dördüncü bir forma olacak. O da TT Arena açılınca kullanılmaya başlanacak. Henüz kendisini göremedik. Ligin ikinci yarısında göreceğiz. Geçen sezon da uygulanan ve başarılı olan bir satış stratejisi bu son formayı devre arasında piyasaya sürmek. Bu sene de yeni stadın gazıyla bayağı bir satış olur. Netice olarak parçalı hariç beni tatmin etti bu sezonki formalar. Parçalı da yeni ve şık bir tasarımla karşımızda olsaydı çok daha güzel olacaktı. Sağlık olsun.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Anadolu'nun Arif Erdem'i / Hakan Keleş

90'larda Anadolu takımlarında bizi iki satır futbola doyurabilenlerden biri de Hakan Keleş'tir. Tarz itibariyle tam da günah keçisi tipinde bir oyuncudur. Hani hiçbir zaman bel bağlanmaz, taraftarın favorilerinden değildir ama hata yapma lüksü de bulunmamaktadır. Taraftarın gözünde hep doğruyu yapmak zorundadır da hiçbir zaman o doğruyu bulamamış, kaçırdığı bir golle birlikte tribünlerden gelen homurtuların fitilini ateşlemiş, yuhalanmıştır falan. Hatta onun direkt olarak hata yapmasına da gerek yoktur. Takım komple kötüyse bile onun yüzündendir.

Yani günümüzde Sabri Sarıoğlu, Tayfun Cora veya Selçuk Şahin, taraftarları için ne ifade ediyorsa, kendi döneminde de Hakan Keleş odur. Edirnespor'da profesyonel olduktan sonra asıl çıkışını yaptığı Bursaspor'a transfer olup Ercüment'li Baljiç'li kadroda yer bulur ve Anadolu futbolunda Hakan Keleş fırtınası başlar. Bursa günleri güzeldir ancak stil olarak Galatasaray'lı Arif Erdem'e benzeyen bu futbolcu, soluğu 6,5 sezon oynayıp bir nevi bayrak adam olacağı Ankaragücü'nde almadan önce kısa birer Kayserispor ve Şekerspor turu yapar. Arif Erdem, benim gözümde Hakan Keleş'in biraz daha şanslı olanıdır. Şansı da genç yaşta Galatasaray'a gitmesidir. Tabii ki büyük takımda oynamanın faydasıyla mental olarak Hakan'dan gelişmiş olduğu için futbolunu da daha fazla gelişmiştir diyebiliriz. Ancak Hakan'ın da sezon boyunca ortalama 6-12 gol gibi bir ortalama tutturması, gerektiğinde sağ kanat, sıkışıldığında forvet oynaması, direkt rakip kaleye yönelmesi ve sürati gibi özellikleri, onu da oynadığı takımlarda Arif Erdem rolüne soyundurmuştur. 2001 senesinde bir ara Galatasaray'a transferi gündeme gelse de takasa gireceği oyuncu Ahmet Yıldırım'ın Beşiktaş'a gitmeyi tercih etmesi nedeniyle bu hayali gerçekleşememiş, Ahmet Yıldırım'la takasa giren oyuncu da Ayhan Akman olmuştur.

Hakan Keleş, Ankaragücü sonrası Antalyaspor ve Dardanelspor'da oynayıp futbol hayatına Çanakkale'de nokta koyduktan sonra 2007 senesinde tekrar yuvası Ankaragücü'ne dönüp, o dönemki teknik direktör, adaşı Hakan Kutlu'nun yardımcılığını yapmış fakat sonradan istifa etmek zorunda kalmıştır. Şimdi ne yapar bilinmez. Ancak yine de günümüzde özellikle Anadolu takımları için eksikliği hissedilen, kendi çapında istikrarlı, sarı saçlı ve (terleyince) kırmızı yanaklı bir futbolcudur.

23 Temmuz 2010 Cuma

Fenerbahçe 2010-2011 Sezonu Formaları

Beşiktaş'tan sonra formalarını tanıtan ikinci büyük, Fenerbahçe oldu. Sade çizgilerden oluşan, klasik görünümlü, iddialı desenlerden uzak, kimi tarafından yeterli bulunmayacak olan ancak bence güzel forma tasarımları yapmışlar. Forumlarda yazılıp çizilenlerden farklı çıktı tabii yine doğal olarak. Spor basını günlerdir belli tasarımları gösterip duruyordu. Böylece hepsi ellerinde patlamış oldu. Böyle bir hataya nasıl düşüyorlar, onu da anlamıyorum. Hoş, hata da demeyelim aslında. Sayfa dolduruyorlar bir şekilde.

Neyse, formalar geçelim. Klasik çubuklu forma yine alışıldık çizgilerde. Riskli hareketlere girişmiyorlar çubukluda. Ki bence doğrusu budur. Fenerbahçe taraftarının yadırgamayacağı ve hatta seveceği bir forma olmuş.

Mavi formayı biraz garipsedim açıkçası. Fenerbahçeli taraftarlar da ne kadar çabuk benimser bilemiyorum. Ton pek iyi olmamış gibi. Geçen seneki lacivert forma çok güzeldi oysaki.

Yeşil forma da Fenerbahçe taraftarı için ilginç deneyimlerden biri olacak. Zamanla alışılır gibime geliyor. Şık olmuş. Özellikle armadaki palamut yaprağına gerek renkle gerekse de forma üzerindeki desenle yapılan gönderme gayet hoş. Bu senenin iyi formalarından biri.

Kaleci formasını beğenmedim. Yani normal forma olarak dizayn edilseydi güzel olmuş diyebilirim ancak bir kaleci forması için sıradan buldum. Tabii zevk meselesidir. Yine de daha iyisi olabilirdi diye düşünüyorum.
Gelelim bu formalar arasındaki favorim olan beyaz Fenerbahçe formasına. Gerçekten çok şık olmuş. Beyazın sadeliğini öldürmeden, gösterişli bir forma yapmışlar. Bu seneki tasarımlar içindeki bana göre en başarılısı.

Bakalım Fenerbahçe taraftarları hangisine rağbet gösterecek. Bence çubuklu yine en çok satan olur. Ardından yeşil formanın fazlaca alıcısı olacağını düşünüyorum. Tabii yine de benim gözümde beyaz formanın şıklığına bir hal getirmiyor bu durum.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Galatasaray:0 Fenerbahçe:1 / Bir Garip Yaz Derbisi

Bir garip derbi izledik temmuz ortasında. Uzun yıllardır yılın bu döneminde bu iki takım karşılaşmıyordu. TSYD Kupası falan olurdu eskiden. Onlar sayesinde sezon öncesinde birbirlerine oranla durumlarının ne ölçüde olduğunu görürdük. Sonra TSYD Kupası kalktı, yaz derbileri de bitti diyorduk. Bu maçla bizi şaşırttılar. Sadece bizi şaşırtsalar iyi. Fenerbahçe kaptanı Alex de ne kadar şaşırdığını kendi web sitesine yazmıştı dün.

Neyse, biz maça geçelim. Öncelikle peşin peşin söyleyeyim. Fenerbahçe ve Galatasaray arasındaki maçların ağırlığını ancak yerli hakemler kaldırabilir. Bugün bunu net bir şekilde gördük. Çünkü normal olmuyor bu maçlar. Eminim Alman hakemin (ismini hatırlayamadım-lazım da değil hani) hafızasından hiç silinmeyecek bir maç oldu bu akşam. Adam resmen şaşırdı ve açıkçası maçın da tadını kaçırdı. Kartları bu kadar kolay çıkarıp öyle her pozisyona da düdüğünü çalmamalıydı. Ayrıca meşaleler nedeniyle maça ara vermesi de tuz biber oldu. Şimdi işin teknik yanına bakarsak, eğer bir lig maçı olsaydı bütün kartları haklı görebilirdim. Ancak bana göre verdiği tek haklı kart, Selçuk Şahin'e gösterdiği ikinci sarı kart. Orada Selçuk her ne kadar "hakem ayağıma takıldı" dese de basbayağı çelmeyi basmış bizim Hans'a. Hatta kırmızıyı çıkarmasını engellemek için eline yapışan Andre Santos'a da bir kart gösterse olacaktı hani. Onun dışında ne Selçuk'un ilk sarı kartı ne de diğerleri gösterilmeliydi. Bu pozisyonlar kartsız idare edilebilirdi. Hazırlık maçı altı üstü. Takımlar kendilerini sınayacak. Artı sahada o an mevcut olan sertlikten kimsenin şikayeti yok. Oyuncular gergin değil. Ha tabii gerilmediler mi maç boyu? Gerildiler ama emin olun hakemin marifetiydi bu gerginlik. Üstüne üstlük bir de maçı hiç uzatmadan bitirdi. Enteresan bir hakemdi. Hadi adam Alman, o yüzden kurallara fazlasıyla bağlı kaldı diyeceğim ama o zaman uzatmaları da oynat be adam... Madem o kadar kuralcısın, erken bitirme maçı yahu...

Hakemi bırakıp takımlara geçelim en iyisi. Yoksa adamı anlat anlat bitmez. Maçın galibi Fenerbahçe'den başlayalım. Eksikler çoktu Fenerbahçe'de. Hissedildiler de. Öncelikle söylemek gerekir ki, Lugano takıma döndükten sonra bu Bilica büyük olasılıkla yedek kalır. İlhan gayet iyiydi. Bilica'yı da yeterince toparladı bence. Bu kadar olacağını beklemiyordum. Lugano'nun yeni ortağı İlhan Eker olursa şaşırmayalım. Bekir de sağ bek oynamaya alışıyor yavaş yavaş. Tabii ki özellikle hücuma çıkışları çok sınırlı. Ancak zaten oradaki ilk alternatif Gökhan Gönül olacak. Bekir de Gökhan'ı başarıyla yedekler bu sezon boyunca. Solda ise Andre Santos'la Caner Erkin ikilisini izleyeceğiz sezon boyunca. Bu ikiliden Caner, henüz uyum sürecinde. Andre Santos ise kesinlikle hazır değil. Golü atmış olmasına bakmayın. İleriyi bir kez zorladı ve onda da böyle bir gol buldu. Güçlendikçe bu bindirmeleri daha çok yapacaktır. Fenerbahçe'nin hücum gücü açısından bir zenginlik tabii bu. Ancak savunma konusunda bu bölgede sıkıntı yaşanacağı aşikar. Galatasaray çokça geldi her iki kanattan da. Orta sahada ise Emre Belözoğlu takıma girince büyük fark yaratacaktır. Selçuk, fizik olarak iyi ama mental olarak ne derece zor durumda olduğunu bugün görmüş olduk. Cristian da aynen Andre Santos gibi hücuma bir kez çıktı, onda da vatandaşına asist yaptı. Bence daha çok denemeli bu tarz patlamaları. Kazım yine bildiğimiz Kazım. Bir maç iyi bir maç kötü de olsa götürecektir sezonu. Zaman zaman da yeni transfer Issiar Dia'yla rotasyona girerler. Bugün daha çok sol açıkta gördüğümüz Stoch'u ise oldukça beğendim. Savunmaya da çok yardımcı oluyor. O olmasa Andre Santos çok zor durumlara düşebilirdi özellikle ilk yarıda. Zamanla daha da iyi olacak belli ki. Forvete bakacak olursak, kesinlikle transfer şart diyebiliriz. Gökhan Ünal oraya ilaç olacak adam değil. Semih de öyle. Hatta Gökhan Ünal'ın kadroda fazlalık olduğunu düşünüyorum.

Galatasaray'a gelelim. Kalede Ufuk vardı bu akşam. Galatasaray taraftarı aylardır onu bekliyor. Yediği gol, kapattığı köşeden. Yani hatalı. Zaman zaman heyecanına yenik düştüğü anlarda oldu ancak sezgileri sayesinde iyi çıkışlar yapıp kurtardığı pozisyonlarda var. Bence hata yapacaksa Ufuk yapsın. Geçen sene Leo yapıyordu, çıldırıyorduk. Bu sene Ufuk yaparsa sabrederiz. Göbekte Servet'le Gökhan Zan'ı beğendim açık söylemek gerekirse. Tabii Neill gelecek, her şey daha iyi olacak. Kimbilir, oraya belki bir transfer daha düşünülüyordur. Olmasa da sorun değil ama bence. Sağ bek olarak oynayan Ali Turan, çok istekliydi. Ancak heyecanlı bir görüntü verdi. Golde hatası var. Kötü kaçırdı Andre Santos'u. Hücuma vermeye çalıştığı destekse takdire şayan. Zamanla formaya alıştıkça daha yararlı olur. Soldaki Serkan Kurtuluş'sa beni şaşırtan oyunculardan oldu bugün. Normalde sağ bek ama Rijkaard'ın geçen sezon Uğur Uçar'ı sol bek oynattığını düşününce Serkan'ı da orada görmek normal geliyor. Savunma olarak kendisini çok geliştirmiş. Kazım'la iyi mücadele etti. Ancak ters kanatta olduğu için hücuma istediği desteği veremedi. Bu sezon daha iyi olacak gibi. En azından bazı kolay maçlarda yorulan oyunculara nefes aldırsın yeter. Orta saha baştan oluşuyor neredeyse. Bugün oynayan Musa Çağıran ve Lorik Cana, biraz daha zamana ihtiyaçları olduğunu gösterdiler. Ancak rahatlıkla gözlemlenebilen bir durum var ki, o da Galatasaray orta sahasının artık çok daha sert olduğu. İki oyuncu da gözünü budaktan sakınmıyor. Musa ofansif olarak daha etkili. Bir de Mustafa Sarp-Lorik Cana ikilisi yan yana oynamak yerine birbirini alternatifi olarak düşünülürse daha verimli bir durum çıkar ortaya. Top yapmakta zorlandılar. Ayhan ikinci yarıda nefes aldırdı ve kurulan baskıda etkili oldu. Arda formda. Onun hakkında fazlaca yoruma gerek yok. Bu formunu sürdürdüğü sürece, kafası da rahatsa Galatasaray'ın en büyük silahı olacaktır. İlk yarı sağda ikinci yarıda solda hücum eden Serdar Özkan ise beni en çok sevindiren ve yeniler arasında en hazır isim olarka sivrildi. Gerçekten çok etkiliydi. Mental olarak biraz daha kendini geliştirir ve kafası rahat olursa çok faydalı olacak belli ki. Mehmet Batdal ise ürkek göründü. Ancak ondan da umutluyum. Fiziğini daha iyi kullanmayı öğrendiğinde ligdeki en etkili yerli santrfor olabilir. Korkmaması lazım onun da. Tabii şu da bir gerçek ki, Galatasaray'ın mutlaka ama mutlaka Baros-Batdal ikilisiyle rotasyona girebilecek genç bir golcü alması şart. İki oyuncu koca sezonu götüremez. Emre Çolak ve Barış'ı da oyunda oldukları sürece beğendiğimi söylemeliyim.

Sonuç olarak, Fenerbahçe 75 dakika 10 kişi oynayınca Galatasaray daha fazla hücum eder göründü ve bu yanıltıcı bir durum. Buna rağmen sarı lacivertliler maçı kazanmayı bildi. Tebrik etmek lazım verdikleri mücadeleden ötürü.

TSL 2010-2011 Fikstürü Üzerine

TSL 2010-2011 sezonunun fikstürünün çekilmesiyle, yeni sezon heyecanını bir kat daha fazla hissetmeye başlamış olduk bugün. Şimdi, ligi periyot periyot inceleyerek takımların neler yapabileceğini afaki de olsa kestirmeye çalışacağız.

Tabii önce büyük takımların kendi aralarındaki maçlarla başlayalım. Bu zamana kadar hep Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’un kendi aralarındaki maçları özellikle inceliyorduk. Ben aralarına bu sezon Bursaspor’u da katıyorum. Buna göre bu sezonun büyük maçları şöyle:

2. Hafta

Trabzonspor-Fenerbahçe

Galatasaray-Bursaspor

5. Hafta

Fenerbahçe-Beşiktaş

7. Hafta

Trabzonspor-Beşiktaş

9. Hafta

Fenerbahçe-Galatasaray

10. Hafta

Bursaspor-Fenerbahçe

11. Hafta

Trabzonspor-Galatasaray

12. Hafta

Bursaspor-Trabzonspor

14. Hafta

Galatasaray-Beşiktaş

15. Hafta

Beşiktaş-Bursaspor

Bu maç dağılımına göre dikkat çeken bir şey var. Bursaspor, fikstürde Galatasaray’ı takip edecek. Bir hafta önce Galatasaray’la oynayan takımlar, yıpranmış vaziyette Bursaspor’un karşısına çıkacak. Bu iyi bir avantaj son şampiyon için. Ancak Galatasaray ve Bursaspor’u takip eden Eskişehirspor için aynı derecede avantaj olduğunu söyleyemeyebiliriz. Tabii ki yorgunluklar sonucu etkileyecektir ama Galatasaray ve Bursaspor’a üst üste iki maçta puan kaybedecek takımlar, çıkışı Eskişehirspor karşısında arayıp o maça daha bir motive olmuş şekilde çıkabilir. Bunların hepsini sırası geldiğinde göreceğiz. Yukarıdaki maçlardan çıkarılabilecek bir enteresan ayrıntı da Trabzonspor’un ilk yarı boyunca Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş’a karşı tüm maçlarını kendi evinde oynayacak olması, Beşiktaş’ınsa aynı takımlar karşı ilk yarı boyunca deplasman yapacak olması. Yani ikinci yarı durum tersine dönüyor ve benim kanaatime göre Beşiktaş büyük bir avantaj, Trabzonspor ise dezavantaj kazanıyor. Ayrıca Galatasaray’ın, ligin ikinci yarısındaki Fenerbahçe derbisini de TT Arena’da oynayacağını not düşelim.

Şimdi son şampiyonla performans tahminlerine başlayalım ufak ufak. İlk hafta Konyaspor’la kendi sahalarında oynayacaklar ve muhtemelen de bir aksilik olmazsa lige 3 puanla merhaba diyecekler. Ancak sonrası bu kadar kolay olmayacak. Hemen 2. hafta Ali Sami Yen’de Galatasaray karşısında 3 puanı rakibe bırakmaları muhtemel. Tabii diğer ihtimaller için de haklarını saklı tutalım. Ardından Sivas deplasmanı ve kendi sahalarında Eskişehirspor maçıyla devam edecekler. İlk 8 haftalık dönemde 18-19 gibi bir puan tuttururlarsa çok büyük bir avantaj olur bu Bursaspor’un istikrarı adına. Bence mümkün. Sonrasına pek girmiyorum. Malum, milli maçlar, Avrupa kupaları derken zaman zaman aralar verilip maçlar ertelenebilir.

Geçen sezonun bahtsız ikincisi Fenerbahçe de sezona enteresan bir başlangıç yapacak olan takımlardan. Kendi sahalarında iki maç seyircisiz oynama cezaları var şimdilik. Eğer bir affedilme durumuyla karşılaşmazlarsa seyircileriyle kendi sahalarındaki ilk buluşmaları ligin 5. haftasındaki Beşiktaş derbisiyle birlikte olacak. Bu maça kadar içeride Antalyaspor ve Manisaspor, dışarıdaysa Trabzonspor ve Kayserispor maçları var. Ki bence iki zor deplasmandan da puan kaybıyla dönmeleri olası. Ben yine de Kayserispor’u yeneceklerini düşünüyorum. Seyircisiz oynanan maçlarda da puan kaybı yaşayabilirler. Zira Antalyaspor da Manisaspor da Şükrü Saracoğlu Stadı’nda taraftar desteğini arkasına alamayan bir Fenerbahçe’yi her zaman karşılarında bulamayacaklarının bilincinde olacaklardır. Bu şansı değerlendirecek güç ise özellikle Antalyaspor’da mevcut. Beşiktaş maçının ardından içeride Gençlerbirliği, dışarıdaysa Kasımpaşa ve Konya maçları zorlu geçse de puan kaybı yaşamadan bu dönemi atlatmaları ve 9. hafta oynanacak olan Galatasaray maçına varmaları olası. İlk 8 haftada Fenerbahçe tahminime göre toplam 16 puan toplayacaktır. 20’ye ne kadar yakınlaşabilirlerse faydasını ilerleyen haftalarda o kadar çok göreceklerdir. Ancak ilk haftaların zorluğu işi bozuyor tabii.

Galatasaray’a bakınca lige başlama zorluğu açısından Bursaspor’a benzer bir tabloyla karşı karşıya olduklarını görüyoruz. Sivasspor deplasmanı 3 puanı alabilecekleri bir deplasman ancak sonrasında kendi sahalarında Bursaspor maçında puan kaybı yaşamaları olası bir durum. Tabii sezon başı olacağı için henüz form olarak tam istenen seviyeye gelinemeyecek olması iki taraf için de her türlü sonucu mümkün kılıyor. Sonraki hafta ise son iki yılın belalısı Eskişehirspor’la deplasmanda oynanacak ve 3 puanı Eskişehirspor’un alması daha olası geliyor bana. Yani ilk 4 haftada Galatasaray 3 ya da 4 puanda kalırsa kimse şaşırmamalı. 5. haftadan itibaren işler biraz daha rayına oturur gibi. Gaziantepspor ve İBB ile Ali Sami Yen’de, Bucaspor’la deplasmanda oynanacak. 9 puanla ayrılabilirler bu dönemden. 8. hafta ise Ali Sami Yen’de Ankaragücü’nü ağırlıyorlar. Ki bence bu maç da Galatasaray’ın 3 puan kazanacağı maçlardandır. Sonuç olarak, Fenerbahçe maçına kadar oynanacak ilk 8 karşılaşmada Galatasaray’dan 15-16 puanlık bir performans bekliyorum. İyimser davranırsak, 18-19’u da zorlayabiliriz ama zor tabii.

Beşiktaş’a geçelim. Beşiktaş, lige en kolay maçlarla başlayacak takımlardan. Fenerbahçe maçına kadar kayıpsız gelebilirler. Ben yine de bir beraberlik haklarını saklı tutuyorum. Fenerbahçe ve Trabzonspor’la deplasmanda oynayacakları maçlardan da beraberlikle ayrılmaları çok olası. Bu dönemde içeride oynanacak Antalyaspor ve Manisaspor maçlarında da çok sıra dışı bir durum olmazsa puan kaybetmeyeceklerini tahmin ediyorum. Yani toplamda 18 puan yapıyor bu hesaba göre. İlk 4 maçta kayıp yaşamazlarsa 20 puan da olabilir tabii. Sonrası biraz daha zor görünse de ilk maçlarda en avantajlı takımlardan biri Beşiktaş olur gibi duruyor.

Trabzonspor, şu anda ne yapacağı en muamma olan takım gibi görünüyor. Doğru düzgün takviye yapmadılar. Ancak geçen sezon Şenol Güneş’le yakaladıkları bir istikrar da var ortada. Sezona zor iki maçla başlıyorlar. Ankaragücü’ne karşı kazanabilirlerse o moralle Fenerbahçe maçında rakibi çokça zorlayabilirler. Yine de bu iki maça 2-4 puan yazıyorum. 3. hafta da zorlu Antalyaspor deplasmanında yaşayacakları puan kaybı kimseyi şaşırtmayacak olsa da ben o maçta fire vermeyeceklerini tahmin ediyorum. Daha sonra kendi sahalarında Sivasspor ve Manisaspor’a karşı oynayacaklar ve muhtemelen 6 puanı da cebe indirecekler. Kayserispor, Beşiktaş ve Kasımpaşa’yla üst üste oynayacakları maçlar ise takımı çokça zorlayacaktır. Bu üç maça toplam 3 puan yazıyorum. Sonuç olarak karşıma 12 ila 15 puan arası bir performans çıkıyor. Daha iyisi mümkün tabii ama bence çok da umutlanmamak lazım.

Tüm bu tahminler ışığında eğer ekstra bir durum olmazsa ilk 8 hafta sıralamasına göre Beşiktaş 18 puanla lider, Bursaspor aynı puanla ikinci, Galatasaray 16 puanla üçüncü, Fenerbahçe 15 puanla dördüncü ve Trabzonspor da en iyi ihtimalle aynı puanla beşinci gibi görünüyor. Tabii aralara başka takımlar da girebilir. Fikstürü daha ayrıntılı incelemek lazım. Benim üstünkörü tahminlerim bu şekilde. Umuyorum ki güzel futbol izleyebileceğimiz, zevkli bir lig olur.

Issiar Dia Fenerbahçe'de

Günlerdir Asamoah Gyan beklenirken, günün ilk saatlerinde Fenerbahçe yönetimi tarafından Issiar Dia transferi taraftara müjdelendi. Zaten dün Aykut Kocaman da basın toplantısında "Stoch gibi kaleye direkt gitme eğilimi olan bir oyuncu alabiliriz" diyerek bu transferin sinyalini vermişti. Gyan da her an açıklanabilir diyorlar. Bakalım ne olacak.

Dia transferi kimisini çok umutlandırırken kimisinde de hayal kırıklığı yaratmış durumda. Bence karar vermek için henüz erken. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Issiar Dia transferi Fenerbahçe'nin özellikle son yıllardaki transfer politikası gözümüzün önüne getirildiğinde farklı bir transfer olarak dikkat çekiyor. Stoch transferi de öyleydi. Bir Avrupa ülkesinin pasaportunu taşıyan genç bir oyuncuyu uzun süredir transfer etmiyordu Fenerbahçe. Bu değişimde Aykut Kocaman faktörünün payını unutmamak lazım.

Dia, 23 yaşında ve Nancy'nin son senelerdeki istikrarlı performansında katkısı olan Senegal asıllı bir kanat oyuncusu. Her iki kanatta da görev alma becerisine sahip. Zaten modern futbol da bunu gerektiriyor. Stoch'la beraber bol bol kanat değiştirirken görebiliriz onları. Oyun yapısı itibariyle de pırpır diye niteleyebileceğimiz oyunculardan. Topla süratli ancak biraz dağınık. 4 sene Nancy forması giymiş. Nancy'den önce Ligue 2'de Amiens formasıyla mücadele etmiş. Nancy'de 4 yılda ortalama 25-30 maça çıkmış. Gayet istikrarlı bir rakam. Son senesine kadar skora gol ve asist olarak çok katkısı olmamış. Rakama dökecek olursak oynadığı 82 maçta 5 gol 10 asistlik bir istatistik yakalamış. Ancak son sezonda farklı bir role bürünmüş ve 33 maçta 8 gol 7 asist gibi, kısır Fransa ligi için ortalama üstü rakamlara ulaşmış. Bir kanat hücumcusundan beklenen rakamlar yani. Türkiye ligine uyum sağlaması halinde her iki kategoride de çift hanelilere ulaşması sürpriz olmamalı.

Dia'nın en önemli özelliklerinden biri de yukarıda da belirttiğim gibi genç olması. İki sene sonra Miroslav Stoch'la beraber iyi paralara pazarlanabilir.

Netice olarak ben iyi bir transfer olduğunu düşünüyorum. Risk içerse de bu riske girilir. En azından vasat bir Brezilyalı getirmektense bir Avrupalı getirmek iyidir. Hiçbir şey olmasa yine aldığınza yakın bir fiyata ülkesinden bir takıma gönderirsiniz, olur biter.

20 Temmuz 2010 Salı

Rodrigo Tello Eskişehirspor'da...

Birkaç gündür yoğun olarak konuşuluyordu. Bugün gelen haberle de kesinleşmiş oldu. Beşiktaş, eldeki yabancılarından birinden kurtulmuş; Eskişehirspor da orta sahada top yapabilen, kanatta da kullanabileceği, ligi tanıyan ve uyum sorunu çekmeyecek kaliteli bir oyuncuyu kadrosuna katmış oldu. İki taraf için de hayırlı bir transfer. Ayrıca Rodrigo Tello gibi bir oyuncunun Türkiye'de oynamaya devam edecek olması da biz futbolseverler için sevindirici bir gelişme. Tek eksiği olan devamlılık sağlayamama sorununu da aştığı takdirde Tello Eskişehir'e üst düzey katkı sağlayacaktır.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Joe Cole Liverpool'da...

Sözleşmesi bu sezon bittiğinde acaba yolu buralara düşer mi diye hayal etmedim değil. Sonra Arsenal haberleri falan çıktı. Gelmez dedik. Hakikaten gelmedi. Ancak Arsenal'e de gitmedi. Bugün gelen haberlere göre Liverpool'a 4 yıllık bir imza atmış. Karakter olarak da kırmızılara yakışır bir futbolcu figürü. Roy Hodgson'ın önümüzdeki sezon en büyük silahlarından olacaktır. Liverpool'un da saha içinde böyle bir karaktere ihtiyacı vardı. Umuyoruz ki zaman zaman yaşadığı ciddi sakatlıklardan bu sezon nasibini almaz ve yeni takımına ciddi katkı sağlar...

He Didn't Leave Us...

Bu forma Hagi'den sonra belki de en çok ona yakışmıştı. Sahada olsun olmasın, varlığı yeterdi. Kendisiyle tekrar anlaşıldığı bugün resmi siteden açıklandı. Şimdi en az 1 sezon daha Galatasaray için mücadele edecek.

Tekrar hoşgeldin Daddy Cool...

18 Temmuz 2010 Pazar

BlogFutbol Radyospor'da...

Futbol bloglarıyla ilgili yeni bir radyo programı başladı. Gerçi birçoğunuzun haberi vardır ancak yine de gözden kaçıranlar olmuş olabilir diyerekten bir kez de ben duyurayım dedim.

Sihirli Krampon blogunu tutan sevgili Kerem Akbaş, bundan böyle her pazartesi saat 20:00 ve 21:00 saatleri arasında Radyospor'da Göknur Karakurt ve Erdem Soncul ile beraber, BlogFutbol isimli programı hazırlayıp sunacak.

Benim bu programdan biraz geç haberim olduğu için henüz dinleme fırsatım olmadı ne yazık ki. Ancak eminim ki Kerem Akbaş, blogger olarak gösterdiği başarıyı bu programda da gösteriyordur. Programda her hafta çeşitli bloglar tanıtılıyor ve zaman zaman da sürpriz hediyeler dağıtılıyor. Bu hafta bir aksilik olmazsa Futbol Sandığı da BlogFutbol'un tanıttığı bloglar arasında olabilir. Bunu da küçük bir not olarak düşelim :)

Radyospor'u dinlemek için 107.2 frekansını veya yukarıdaki radyospor logosundaki linki kullanabilirsiniz.

16 Temmuz 2010 Cuma

Boş Vitesle Uçuruma Gitmek/Bucaspor'un Kadro Değişimi

Bucaspor, Süper Lig'in yıllardır çektiği İzmir takımı hasreti ya da tam tersi ifade ile İzmir takımlarının yıllardır çektiği Süper Lig hasretine bu sezon son verirken yurt çapında da birçok futbolseverin sempatisini kazanmıştı.

Bu sempatinin sebebi tamamen Süper Lig'e çıkmalarından kaynaklanmıyordu elbet. Bank Asya Ligi'nde oynamaya hak kazandıkları ilk sezonda bunu başarmış olamaları da sözünü ettiğimiz sempatiyi besleyen unsurlardan bir oldu. Kardemir Karabükspor'la birlikte bir anda tüm Türkiye'nin desteğini arkalarında buldular. İki takım da o her sene Süper Lig'e çıkıp ertesi sezon düşen asansör takımlardan değillerdi çünkü. İkisi de yeni, taze yüzler olarak ligde yer alacaklardı. Ve her şeyden önemlisi planlamalarını doğru yapıyorlardı. Uyumlu, dengeli kadrolara sahiptiler. Kardemir Karabükspor nispeten daha tecrübeli futbolculardan kuruluyken, Bucaspor biraz daha genç ve ligde geleceğin yıldız adaylarını barındıran bir futbolcu grubuyla ligde yer alıyordu. Netice itibariyle lige doğrudan çıktılar ve kendilerine dair çeşitli beklentilere de "hoşgeldin" demiş oldular.

Süper Lig'e çıkan takımların hemen hemen hepsinde şahit olduğumuz hatalara düşmeyeceklerini umuyorduk ancak alışılagelmiş hareketle mevcut teknik direktörlerini kovarak işe başladılar. Sezonun ortasında göreve gelip takımı Bank Asya Ligi'nde ikinci yapan Özcan Kızıltan'ın görevine son verildi ve Bülent Uygun'la anlaşıldı. Dakika bir gol bir diye nitelenebilecek bu hareket, sonrasının da habercisiydi aslında. Bülent Uygun, takımın iskeletine resmen balyozla girişip yepyeni bir takım kurdu. Belki transfer edilen oyuncular arasında gerçekten kaliteli isimler var ancak elde de şu an 30-35 kişi civarında bir futbolcu ordusu var. Geçen sezondan takımda kalan oyuncu sayısı 10-12 civarı. Yeni gelen de 20 civarında oyuncu söz konusu. İnsan düşünmeden edemiyor, "acaba bu takımı Süper Lig'e taşıyan kadro bu kadar mı kötüydü?" diye. Üstelik geçen seneden kalan bu 10-12 kişilik futbolcu grubunun da geleceği muamma. Kaçı ilk 11'e girebilir, kaçı kadroda tutulur? Hepsi şimdilik meçhul. Aynı mevkiye alınan 3 yabancıyı falan düşününce Bucaspor hakkında karamsar olmamak da elde olmuyor maalesef.

Hoş, henüz daha sezon bile başlamadı ve konuşmak için çok erken ama yine de her şeyin neredeyse silbaştan yapılandırıldığını görünce ve geçen sene onca sempati rüzgarını arkasına alan takımın dağıtıldığına şahit oldukça Bucaspor hakkında da fikirler değişmeye başlıyor. Zira Bülent Uygun'un imajı bile Bucaspor hakkında değişen fikirler için başlı başına bir etken. Yine de İzmir takımı diyerek avunuyoruz ve her şeye rağmen başarılı olmalarını umuyoruz, orası da ayrı mesele.

15 Temmuz 2010 Perşembe

Guti Beşiktaş'ta

Aylardır söyleniyordu, kısmet bugüneymiş. Muhtemelen daha sonra da Raul açıklanacak. Yani görünen o. Guti'nin futbol olarak ne verebileceğini fazla da konuşmaya gerek yok. Yapılan iş çok büyük bir olay. Gözünü Real Madrid'de açmış ve 26 senedir bu kulübün bir parçası olmuş, çok önemli bir isim getirildi. Bunun daha da ötesi olamaz herhalde. Yaşı falan da önemli değil. Üst düzey katkı sağlayacaktır.

İşe Guti'nin penceresinden bakarsak, yine ilginç bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anlarız. Adam bugüne kadar dünyanın en iyi 3 takımından birinin kadrosunda bulunmuş hep. Sayısız başarı ve kupa görmüş. İnanılmaz tecrübeli. Ancak ilk kez 34 yaşındayken banko olacağı bir takıma gidiyor. Bu zamana kadar hep genç Semih muamelesi görmüş, her zaman alternatif olarak düşünülmüş. Ona iş düşünce işini hep doğru dürüst yapmış ancak hiç ilk seçenek olamamış. Şimdi ilk seçenek olacak. 34 yaşındayken ilk kez ilk 11'de direkt oynayacağı bir kulüpte şu an. Onun açısından da enteresan bir transfer.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Total / Futbolu Sevmek


WC 2010 final maçı ve sonrasında yapılan açıklamalar ile birlikte çok sık duymaya başladık bu tabiri. Total futbolun yaratıcısı Hollanda ve uygulayıcısı Barcelona ki kendileri İspanya Milli Takımı'nın yarısından fazlası olurlar, finalde karşılaşınca; doğal olarak bu tabir çok fazla kullanıldı.

Peki nedir total futbol? En basit anlamda oyuncuların hareket alanlarının genişlemesi, bir başka oyuncunun görevini diğerinin üstlenebilmesi ve oyunun iki yönünün de tüm takım tarafından oynanabilmesi diyebiliriz.

En iyi örnekleri 1970'lerde yansıtılmış olsa da ortaya çıkışı 1915'e dayanır. Jack Reynolds fikir babasıdır. Ajax'ın başına geçen Jack Reynolds orada burada çalıştıktan sonra 1945'te tekrar Ajax'a döner ve denemeye başlar. O zamanlar Reynolds'un öğrencisi olan Rinus Michels ile total futbolun ne olduğunu tam anlamıyla ortaya çıkaran isimdir.

1965-1971 yılları arasında Ajax'ı çalıştırma fırsatı yakalayan Michels, Hollanda futboluna da yön vermeyi başarmıştır. Total futbolun gerçek anlamdaki ilk sahneleri bu dönemde ortaya çıkmıştır. 1970'ler Hollanda'nın total futbola geçişinin tarihidir. Bu etki 1974 ve 1978 Dünya Kupaları'nda Hollanda'nın final oynamasına vesile olmuştur.


Ayrıca Rinus Michels bu oyun anlayışını İspanya'ya Barcelona semalarına taşımayı da başarmıştır.

1971–1975 Barcelona
1974 Hollanda Milli Takımı
1975–1976 Ajax
1976–1978 Barcelona

şeklinde bir kariyer yolu izlemiştir Michels. Ve şu bir tesadüf değildir:

1964–1973 Ajax
1973–1978 Barcelona

yukarıda gördüğümüz bilgi Johan Cruyff'a aittir. Total futbolun en önemli temsilcisidir, en iyi ayak uyduranıdır.

Johan Cruyff'un teknik direktörlük kariyeri ise şöyle devam eder:

1985–1988 Ajax
1988–1996 Barcelona

1996'dan sonraki Barcelona teknik direktörlerini ve futbolcularını düşününce Hollanda etkisinin hiçbir zaman azalmadığını görebiliriz. Ama bir yere kadar. Barcelona bu sistemi içselleştirmeyi ve özümsemeyi başarana kadar. Bugün takımda bir tane bile Hollandalı oyuncu yok. Teknik direktör de ilk deneyimini dünyanın en büyük kulüplerinden birinde yaşayan Guardiola. O kadar çok güveniyorlar yani sisteme. İspanya'nın 1970'lerin Hollandasına dönmesi 40 yıllık bir süreç yani.


Barcelona'nın başlattığı bir süreç de diyebiliriz. İspanya milli takımı, kulüp takımı gibi oynayan tek milli takım gibi geliyor bana. 2007'den beri damga vuruyorlar zaten dünya futboluna. Çok eleştirildiler her maçı 1-0 kazanıyorlar diye. İspanya'nın oynadığı oyunun vaadi elbette çok gollü maçlar, katılıyorum. Ama İspanya'ya rakip olan takımlar daha fazla gol atabileceklerini düşünmedikleri ve oyun planlarını buna göre belirlemedikleri sürece, İspanya sabrlı hücum etmeye ve gerekeni almaya devam edecektir. Barcelona, Şampiyonlar Ligi'nde 3-1'in rövanşında İnter'e karşı bile disiplinli bir saldırı gerçekleştirmişti hatırlarsanız. Rakipler öyle olduğu sürece, İspanya da böyle olacaktır...

Peki Hollanda'nın Hollandalığını kaybetmesi. 2000'deki Hollanda'yı, 2008'deki Hollanda'yı hatırlıyorum da 2010'un Hollandası kupayı alsa dahi beni tatmin edemeyecekti. Gol atana kadar ultra kontrol, gol attıktan sonra kontra ara. De jong ve Van Bommel gibi iki tane kasapla yıldır. Robben, Sneijder atarsa kazan! Total futbolun yaratıcılarına yakışıyor mu yani?


Cruyff'a geri dönelim. Adam utandığını belirtmiş. Daha ilk 20 dakikada Hollanda'nın 9 kişi kalması gerektiğini söylemiş. Atılan tekmelerin acısını televizyon karşısından bile hissedebidiğini söylemiş. "Çirkin, adi, sert, anlaşılması zor, çekicilikten uzak, futbolla alakası olmayan oyun tarzı Hollanda'nın İspanya'yı rahatsız etmesiyle sonuçlandı. Eğer bundan tatmin oluyorlarsa sorun yok, ancak sonuçta kaybettiler. Sahada anti-futbol oynadılar" diyerek de sözlerini noktalamış.

Haklı buluyorum kendisini. Hollanda hiç kupa almasın ama sempatisini de yitirmesin. Aynı şey Brezilya için de geçerli. Biz o takımları oyunu güzelleştirdikleri için seviyoruz. Onlar da diğerleri gibi olunca, bu oyundan zevk almak için daha az nedenimiz oluyor. Finalde total futbolu sonradan öğrenmiş takım, total futbolu yaratan takımı, kendi kazdığı kuyuya düşürmeyi başardı, iyi de oldu!

13 Temmuz 2010 Salı

Dünya Kupası'nın Taze Mahsulleri/En İyi Çıkış Yapanlar

2010 Dünya Kupası, her ne kadar birçok yıldızı sakatlık sebebiyle bizlere izletememiş olsa da futbol dünyasına yeni yıldızlar da katmadı değil. Bu turnuvada dikkat çekmiş yeni isimleri en minimal haliyle sıralamaya çalışacağım bu yazıda. Tabii aralarında zaten bildiğiniz isimler de olacak. Ancak ilk kez böylesi büyük bir organizasyonda yıldızlaştıkları için yine de kendilerine yer vermek gerek diye düşünüyorum. Neyse, ufak ufak listeye geçelim.

Aslında Gana milli takımını komple koymak isterdim bu listeye. Çok genç ve diri bir takım Gana. İnanılmaz bir başarı gösterdiler. Kendilerinden umulmayan sonuçlara imza attılar. Anthony Annan da bu takımın en önemli parçalarından birisiydi. Normalde Essien'in oynaması gerekirken, yaşanan şanssız sakatlığın ardından Annan da kendisine takımda yer bulmuş oldu. Rosenborg'da oynayan oyuncu, bu sezon muhtemelen kendi kariyerinde sıçrama olarak kabul edebileceğimiz bir transfer yapacaktır. Gana milli takımının turnuvada en çok dikkat çeken oyuncularından biri de meşhur Abedi Pele'nin oğlu, bir dönem ülkenizde oynayan Kwame Ayew'in yeğeni Andre Ayew. Henüz 20 yaşında ancak fevkalede bir özgüvene sahip. Amcasını zaten şimdiden solladı geçti ama babasını da geçecek gibi.

Geçelim Japonlara. Keisuke Honda, 24 yaşında ve bu turnuvayla birlikte rüştünü tüm dünyaya ispat etmiş bir oyuncu. Geçtiğimiz sezona kadar Hollanda'da ikinci lig takımlarından Venlo'da oynuyordu. Bir ara Galatasaray'la anıldı ancak soluğu CSKA Moskova'da aldı. Rusya'da da iyi bir performans sergilemişti aslen. Ancak Dünya Kupası maçlarıyla birlikte Japon futbolunun hali hazırdaki en büyük yıldızı olduğunu gösterdi. Harika bir topa vuruş tekniği var. Jabulani zaten fazlasıyla falso alan bir top ancak emin olun en kazık topu bile havada olmayacak şekilde döndürebiliyor.

Turnuvada dikkat çeken bir diğer isim de Hapoel Tel Aviv takımında oynayan Nijerya milli takım kalecisi Vincent Enyeama oldu. Enyeama, afrikalı kalecilerde bir klasik olan kötü gol yeme özelliğine minimum ölçülerde sahip bir kaleci imajı çizdi. Refleksleri çok iyi ve ayrıca ceza sahasına da hakim. Bu turnuvada kötü goller yemedi mi peki? Yedi tabii ancak Jabulani'den kaynaklanan sorunlardı bence. Her kaleci yedi zaten o gollerden.

Biraz da Güney Amerika takımlarına bakalım. Şili'nin sağ kanat hücumcusu Alexis Sanchez de turnuvanın dikkat çeken ve değerini katlayan oyuncuları arasındaydı. Geriç sağ kanat oyuncusu diye kısıtlamayalım. Solda da oynar. İnanılmaz çabuk ve ayağına hakim. Zaten Udinese'de oynuyor ama çok daha büyük takımlarda yer bulacaktır ilerleyen zamanda.

Kupanın Meksika adına dikkat çeken oyuncusu ise tabii ki Giovani Dos Santos oldu. Dos Santos, takımın hücumdaki tek patronu gibiydi. Çok koştu, mücadele etti. Düşüşteki kariyerine tekrardan ivme kazandırma yolunda verimli bir turnuva geçirdi. Ayrıca Pablo Barrera'yı da çok beğendiğimi eklemem lazım. O da çok çabuk ve teknik bir hücum oyuncusu.

Slovakya'dan iki oyuncuya değineceğim. Birincisi teknik direktör Vladimir Weiss'ın oğlu Vladimir Weiss Jr. 1989 doğumlu oyuncu, hali hazırda Manchester City kadrosunda ancak takıma henüz girebilmiş değildi. Bu turnuvada bu şansını biraz arttırdı diyebiliriz. Hoş, yine ilk seçenek olmayacaktır ama artık daha fazla ciddiye alınacağı kesin. Diğer Slovak oyuncu ise Robert Vittek. Ankaragüçlü oyuncu, aslında genç değil ama Slovakya'nın tüm hücum gücünü fazlasıyla çekti diyebiliriz. Golcülüğünü gösterip turnuvanın akılda kalan isimlerinden oldu.

Yarı finalist Uruguay da hemen hemen tüm futbolcularını listeye almak istediğim takımlardan. Ancak kalecileri Muslera'dan ve 28 yaşından sonra bu turnuva sayesinde ülkesinden çıkıp Serie A takımlarından Cagliari'ye transfer yapan Arevalo Rios'tan ayrıca bahsetmek gerek. Rios, kısa boyuna rağmen çok iyi bir ön libero olduğunu gösterdi. Avrupa futboluna ne derece uyum sağlayabileceğini zaman gösterecek ama bence belli bir standardı tutturacaktır. Muslera ise bir kaleci için çok çok genç yaşta. Kariyerinin Lazio ile sınırlı kalmayacağına eminim. Çok büyük takımlarda izleyeceğiz kendisini.

Listeye alsam mı almasam mı diye düşündüğüm isimlerden biriyle son noktayı koyuyorum. Alman milli takımının hücum oyuncusu Thomas Müller bu oyuncu. Gerçi kendisi zaten çok üst düzey bir takımda, Bayern Münih'te oynuyor ancak yine de listeye alayım dedim. Çünkü bu onun milli takımlar seviyesinde ilk büyük turnuvasıydı ve gol kralları arasına girdi yanlış hatırlamıyorsam. Ayrıca şu performansın, daha hiçbir şey olduğunu düşünüyorum. Bence çok özel bir oyuncuyla karşı karşıyayız ve bu yaptıkları, yapabileceklerinin daha %20'si falandır en fazla. Biraz daha olgunlaşsın, biraz daha zaman geçsin hepimiz göreceğiz. Hiçbir futbolcuda böylesine emin olmamıştım. Bakalım, umarım yanılmam.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

İspanya Dünya Şampiyonu

İki takım da bir Dünya Kupası finali oynamanın verdiği psikolojiyle fazlasıyla temkinliydi. Bu normal bir durum. Sonuçta her turnuvada final oynayan takımlardan bahsetmiyoruz. Aksine, her turnuvaya kalburüstü takımlardan sayılarak katılmasına rağmen finale 2-3 tur kala elenen takımlardan bahsediyoruz.

Hollanda'nın maça herkesin umduğundan daha iyi hazırlandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İspanya'nın o rakibi manyak eden pas futbolunu çok iyi engellediler. Iniesta'nın o savunma arasına dalışlarını başarıyla kapattılar. Sneijder ve Robben biraz daha etkili olabilseler sonuç değişebilirdi. Ki Robben'e de kızdım maç esnasında. Kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonlda Robben kalitesinde bir oyuncu, Casillas gibi bir kaleciyi yere yatırmışken o topu kepçeleyip aşırmalıydı. Robben bunu yapabilecek kapasitede bir adam. Çok şey istemiyoruz yani.

İspanya'ya gelecek olursak, benim turnuvanın başından bu yana ısrarla hata olduğunu kabul ettiğim Xabi Alonso-Sergio-Xavi orta sahasıyla çıktılar yine sahaya. Bence bu oyuncu seçimi, takımın pas potansiyelini sekteye uğratıyor. Sergio Busquets ve Xabi Alonso, benim gözümde ancak birbirinin alternatifi olabilir. Xabi Alonso sahaya ilk 11 çıkar, yanına Xavi ve Fabregas koyulur, Sergio ise ilerleyen dakikalarda oyuna girebilir ancak. Ayrıca Pedro'yu da hata olarak görüyorum. Tamam, çok yetenekli bir oyuncu ama benim fikrime göre Navas daha özel bir yetenek. Seneler sonra hangisinin nerede olacağını göreceğiz. Navas kesinlikle daha iyi işler yapacaktır bir şanssızlık yaşamazsa. Ki oyunda olduğu sürece de ne kadar etkili olduğunu gördük. Pedro kendine oynamaya devam ededursun.

Hakem bence iyi bir yönetim gösterdi. 1-2 hatası vardı belki ama genel olarak gayet iyiydi. Aslında çok dikkat çeken hakem iyi maç yönetmemiştir derler ama bu iyiydi. Gayet otoriterdi ayrıca. Yine de hoşgörülüydü diyebiliriz. Yoksa Nigel de Jong'un Xabi Alonso'ya yaptığı hareket sonrası kırmızı kart görmemesi, kesinlikle başka türlü açıklanamaz.

Netice itibariyle uzatmada gelen golle İspanya galip gelmeyi bildi. Önceki maçlara nazaran daha etkisizdiler. Hollanda önlemlerini iyi almıştı ancak onlar da hücumda umduğumuz etkinliği gösteremediler. İki taraf da güzel mücadele etti. İspanya, hak ettiği bir şampiyonluk aldı. Bir daha böyle turnuvalarda izleyici değil, katılımcı oluruz umarım.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Ismael Sosa, Nicolae Dica ve Neymar Üzerine

Dün ve bugün, çok ilginç isimlerle ilgili haberler çıktı basında. Anadolu kulüplerinin artan gelirleriyle birlikte transferde yeni bir vizyon yakaladıkları aşikar. İsmi duyulmamış tıraş adamlar ve paslanmış eski yıldızlar yerine potansiyelli, birçok kulübün istediği ve genç oyuncularla anlaşıyorlar.

Gaziantepspor da bu akıma uydu ve Arjantin Clausura liginden 23 yaşındaki Ismael Sosa'yı renklerine bağladı. Kendisini izlemiş değilim. Youtube görüntülerinden veya onun hakkındaki yorumlardan tanıyorum daha çok. Ancak görüntülerini izleyince ve hakkında yazılanları okuyunca iyi bir transfer olduğunu anlamak zor değil. Gaziantepspor'un geçen sezon Roland Linz'de yaşadığı şanssızlık eğer tekrar etmezse büyük katkı sağlayacak bir oyuncu geldi takıma. Hücumun her hattında oynayabilen bir oyuncu. Hem santrfor, hem de kanat forvet olarak görev yapabiliyor. Ayrıca kısa bir süre önce Fenerbahçe'yle de anılmıştı. Ligin sertliğine uyum sağlarsa çok şey katar. Bonservis olaraksa 3 milyon € ödendiğine dair bilgiler var ama o konu net değil.

Anadolu kulüplerinin bir diğer ses getiren transferi ise Manisaspor'a gelen Romen futbolcu Nicolae Dica. 30 yaşındaki Dica, klasik bir 10 numara oyuncusu. Steaua Bükreş'te parlamış. Bonservisi ise Catania takımında. Yani Serie A potansiyeli taşıyan bir oyuncu. Tabii bu potansiyeli çıkarmakta sorunlar yaşadığı da aşikar. Faydalı olması muhtemel bir oyuncu. En azından kapalı kutu değil. Manisaspor'da iş yapar umarız ki.

Günün en bomba haberlerinden biri de Diyarbakır taraflarından geldi. Diyarbakırspor başkanı Çetin Sümer, Brezilya'nın son zamanlarda yetiştirmekte olduğu ve ileride çok şey beklediği Neymar'ı kadrolarına kattıklarını iddia etmiş. Komik bir şaka tabii ki. Neymar için Avrupa'nın devleri de sırada ve 30 milyon € gibi bir bonservis bedelinden bahsediliyor. Bank Asya 1. Lig'in marka değeri geyikleri de başlar yakında. Daha bir de Marvin Zeegelaar ve Boluspor mevzusu var. O da ayrı bir konu hakikaten.

Lorik Cana ve Juan Pablo Pino Galatasaray'da

Galatasaray taraftarının haftalardır süren transfer beklentisi, nihayet bugün ilk cevabını alacak gibi. Resmi sitede henüz açıklanmamış olsa da Lorik Cana ve Juan Pablo Pino'nun Galatasaray'a transfer olduklarına dair haberler sabaha karşı ortalığı sakinleştirmiş durumda.

İki transfer de beni heyecanlandırdı ancak Lorik Cana bir başka heyecanlandırdı diyebilirim. 1983 doğumlu Arnavut futbolcu, Galatasaray'ın orta sahada tam da ihtiyacı olduğu mevkide, tam da ihtiyacı olan yapıya sahip bir oyuncu. Hırs, mücadele, zeka ve yeri geldiğinde sertlik... Hepsi kendisinde mevcut. Ayrıca babası Agim Cana'nın da 87-88 sezonunda Gençlerbirliği forması giydiğini ekleyelim. İlk olarak PSG'de yıldızının parlamasının ardındna Marsilya'da geçen başarılı sezonların ardından Sunderland'a transfer oluşu ve burada gösterdiği başarılı performans, Lorik Cana'nın yapacaklarının teminatı gibi duruyor. Onun sert futboluna Türkiye'deki hakemler ne gibi bir yaklaşım gösterir bilemiyoruz ancak Galatasaray orta sahasının bundan böyle eskisi kadar kolay aşılamayacağı da bir gerçek. Şimdi yanına bir box-to-box bulma zamanı.

Bugün açıklanması beklenen diğer transfer ise 1987 doğumlu Juan Pablo Pino. AS Monaco'dan transfer edilmiş ve Kolombiya milli takımında da görev alıyor. Keita'nın gidişinin ardından benzer bir etki yaratabilecek, onu aratmama potansiyeline sahip bir oyuncu. Üstelik yaşının da henüz 23 olduğunu göz önünde bulundurursak, zaman içinde belki de "Keita iyi ki gönderilmiş" diyebiliriz. Neden olmasın? Uyum sağlaması halinde çok şey bekliyorum ben kendisinden.

kaynak:scoutgs

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Rizeli Hasan Kuyt


Ne zamandır yazacağım ancak bir şekilde unutuyorum. Sizce de Dirk Kuyt ile Hasan Vezir arasında bir benzerlik yok mu? Sanki amca-yeğen gibi bir halleri var.

Kategoriler

201 afrika uluslar kupası 2010 dünya kupası 2014 dünya kupası a milli takım a2 ligi abdul kader keita abdullah avcı adana demirspor adanaspor adnan polat adriano ajax akhisarspor alanyaspor alex de souza alexis sanchez ali sami yen stadı almanya alpaslan dikmen altay amerika birleşik devletleri andre santos andrea pirlo ankaragücü ankaraspor anket antalyaspor arda turan arjantin arsenal arsene wenger as monaco atınç nukan atletico madrid aurelien chedjou avustralya aydın karabulut aykut erçetin aykut kocaman azerbaycan aziz yıldırım ballon d'or bank asya 1. lig barcelona başakşehir batuhan altıntaş batuhan karadeniz bayer leverkusen bayern münih bekir irtegün belçika benfica bertul kocabaş beşiktaş Beşiktaş ve City blogtivi bogdan stancu bolton wanderers boluspor borussia dortmund bosna hersek braga brezilya bucaspor bundesliga burkina faso bursaspor bülent ataman bülent korkmaz bülent uygun bülent ünder caner erkin celal kıbrızlı celtic cem sultan cesc fabregas ceyhun eriş ceyhun gülselam cezayir championship chelsea christoph daum claudio bravo claudio caniggia claudio pizarro claudio taffarel copa america corinthians cristiano ronaldo cska moskova cüneyt çakır çaykur rizespor daniel güiza danimarka david villa deniz kadah denizlispor deportivo la coruna didier drogba didier zokora diego maradona dirk kuijt diyarbakırspor doğaüstü futbol gerçekleri dunga dynamo dresden egemen korkmaz eintracht frankfurt elano elazığspor elvir baliç emiliano insua emmanuel emenike emre can erdoğan arıca eskişehirspor euro 2012 euro 2016 fabio bilica fanzin faryd ali mondragon fatih terim fc sion fc twente felipe melo fenerbahçe fernando muslera ferudun tankut fifa fildişi sahili formalar frank lampard frank rijkaard fransa franz beckebauer futbol sandığı galatasaray gana gaziantepspor gençlerbirliği genoa getafe gheorghe hagi giampaolo pozzo gine gino pozzo glasgow rangers gökhan inler gökhan töre gökhan ünal göztepe granada greuther fürth guillermo ochoa gurbetçi futbolcular guti guus hiddink güncel güney afrika güny kore güvenç kurtar haftanın ardından hakan arıkan hakan çalhanoğlu hakan şükür hakemler hamburg hamit altıntop hannover 96 harry kewell hasan kabze hayrettin demirbaş hertha berlin hırvatistan hikmet karaman hollanda honduras hugo almeida ibb ibrahim üzülmez ibrahima yattara iddaa ilkay gündoğan inceleme incleme ingiltere inter irlanda cumhuriyeti ispanya istanbulspor isveç isviçre italya ivica olic j-league japonya jerry akaminko johan elmander jose mourinho jupp heynckes juventus jürgen klopp kadir has stadı kamerun kardemir karabükspor karlsruhe karşıyaka kasımpaşaspor kasper hjulmand kayserispor keylor navas kıymeti bilinmeyenler kocaelispor kolombiya konyaspor kosta rika kulüpler birliği la liga lazio lefter küçükandonyadis leipzig lens ligue 1 lionel messi liverpool livorno lokomotif moskova lomana lualua los galacticos lucas neill lugano lyon maç öncesi maç yorumu mahmut özgener mainz mali mamadou niang manchester city manchester united manisaspor mario balotelli mario götze marius alexe marsilya martin palermo mateja kezman medhi benatia mehmet ali aydınlar mehmet ekici meksika melih gökçek mersin idman yurdu mert günok mesut bakkal mesut özil metin diyadin metin oktay metin tekin mevlüt erdinç mhk michael owen michael skibbe milan milan baros miroslav klose muhammed demirci muhammet reis mustafa denizli mustafa yücedağ nadir çiftçi napoli necati ateş necip uysal newcastle united nicolas anelka nijerya nostalji notts county nuri şahin nürnberg oğuz çetin oğuz sarvan oğuzhan özyakup olcan adın olympiakos orduspor orhan şam osc lille oscar cordoba ömer toprak panathinaikos paok paraguay pep guardiola pierre webo portekiz porto portsmouth premier league premier lig psg ptt 1.lig radamel falcao rafael benitez rais m'bolhi raymond domenech real madrid real sociedad rıdvan dilmen ricardo quaresma rigobert song river plate robert lewandowski roberto carlos robinson zapata roma romario ronaldinho ronaldo rosenborg sabri sarıoğlu sakıp özberk samet aybaba samir handanovic sampdoria samsunspor schalke 04 selçuk inan selçuk şahin semih şentürk senegal sercan sararer serdal adalı sergen yalçın serie a servet çetin sezer öztürk shakhtar donetsk sırbistan simao sabrosa simon kuper simon zenke sinan bolat sinan engin sivasspor slaven bilic slovakya slovenya spor basını sportivi st etienne stefan scepovic stoke city stsl stuttgart süleyman koç süper final şampiyonlar ligi şenol güneş şili tayfun korkut temur ketsbaia tff thierry henry tim howard tim krul tolgay arslan tolunay kafkas tottenham hotspur toulouse trabzonspor transfer tsg 1899 hoffenheim tsl tugay kerimoğlu tunus türk telekom arena twitter u20 udinese uefa uefa avrupa ligi ufuk ceylan unutulmaz ikililer uruguay ümit karan ümit kayıhan ünal aysal valencia vfl wolfsburg villarreal vincent enyeama volkan şen watford wayne rooney werder bremen wesley sneijder yekta kurtuluş yeni zelanda yeşil burun adaları yıldırım demirören yılmaz vural yunanistan yunanistan süper ligi yusuf şimşek yücel ildiz zenit ziraat türkiye kupası ziya doğan zlatan ibrahimovic zoran simovic zvjezdan misimovic

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails