28 Şubat 2011 Pazartesi

Facebook Hesabı Aç Dediler, Açtık...

Yıllar önce bir hesap açmış ve sonra bıkıp kapatmıştım. Şimdi tekrar bir hesap aç dediler, biz de açtık. Bakalım ne olacak. Hesabı açar açmaz Facebook'un tüm ağırlığı yine üzerime çöktü :) Bu kez daha bir sade gibi sanki...

Neyse, bundan böyle e-mail ve Twitter haricinde Facebook aracılığıyla da bana ulaşabilirsiniz.

27 Şubat 2011 Pazar

Emenike Yoksa Sistem Var / Karabükspor:2 Konyaspor:1

Kardemir Karabükspor'un dikkat çekmeye başladığı günden bu yana yapılan klişe bir yorum var:

"Emenike olmadan Karabükspor bir şey yapamaz"

Karabükspor'u bir iki maç izlemiş, ya da çok izlediyse bile yüzeysel bir şekilde izlemiş kişilerin ağzında sakız gibi tekrarladığı bir iddiaydı bu. En başından beri bu yoruma karşı çıkıyordum. Gerek burada gerekse de başka bloglarda/forumlarda Karabükspor'un bir sistem takımı olduğunu, futbolcuların birbirilerini ve Yücel İldiz'in sistemini iyi tanıdığını, Türkiye'de pas futbolunu en kusursuz oynayan takımlardan birisi olduklarını yazdım durdum. Çünkü bu takım geçen sezon da uzun bir süre Emenike'siz oynamak zorunda kalmıştı. Hem de mücadelenin en çetin geçtiği ikinci yarıda. Ve o süreçte bir üst lige çıkma başarısı göstermişlerdi. Tabii şuna katılabilirim; Emenike varken daha rahat sonuç alınıyor. Bu konuda bir itirazım yok. Onun olduğu zaman kullanılan taktik, daha uygulanabilir bir taktik. Ancak o olmadığında da uygulanmaya çalışılıyor ve başarısız olunuyor diye bir durum yok ortada.

Bugün de yoktu Emenike. Son üç maçta olmadığı gibi... Ve bugün Karabükspor, Emenike'nin olmadığı son üç maçtan ikinci galibiyetinin çıkardı. Kaybedilen Kasımpaşa maçının da bir iş kazası olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Maça iyi başlayan takım, aslında Konyaspor'du. Nitekim beşinci dakikada golü de buldular. Orta sahada Barbaros ve Adnan alan daraltarak, Karabükspor'a pas imkanı tanımadan oynuyorlardı. Aslında gol atacak kadar bir baskıları da yoktu. Yine Karabüksporlu savunmacıların bireysel hatasından geldi gol. Kullanılan serbest vuruşta adam paylaşımında yapılan hata sonucunda Zayatte bomboş kaldı ve rahat bir gol attı. Karabükspor yönetimi, önümüzdeki sezonun kadrosunu oluştururken savunmaya mutlaka bir önlem almalı. Bu şekilde devam edilirse daha yüksek hedeflere ulaşmak zorlaşacak zira. Zaten bu golün dışında, konuk takımın pozisyonu neredeyse yoktu.

Sezon başından bu yana hakemlerin en çok yaktığı ve 6-7 kez penaltısı verilmeyen Karabükspor, bu kez yine hakemin hatasıyla bir penaltı kazandı. Beraberliği getiren golün atıldığı penaltıda Zayatte tarafından Seriç'e yapılan bir müdahele yoktu aslen. Tabii ikinci yarıda iki tane tartışmalı pozisyonla durum yine Karabükspor'un aleyhine döndü hakem hataları açısından. Bu pozisyonlardan ilkinde İlhan Parlak, Konyaspor savunmacıları Zayatte ve Kere'nin arasında kaldı. Penaltı çalınabilirdi. İki oyuncu da kontrolsüzdü. Diğer pozisyonda da Bülent Kocabey'in vuruşunda Zayatte topu eliyle engelledi. Bu net penaltıydı. Ancak Hüseyin Göçek tarafından es geçildi.

Florin Cernat, Karabükspor açısından çok önemli bir futbolcu. Oyun zekası çok üst düzey. Bugün maça ağırlığını koydu. Üstelik sakatlığından da yeni çıktığı için fazla formda değil. Oynadıkça çok daha iyi olacak belli ki. Takımın ikinci golünde kullandığı serbest vuruş da oldukça klastı.

İkinci yarıda Karabükspor çok daha etkiliydi. Tabii bunda Yılmaz Vural'ın yaptığı değişikliklerin de etkisi vardı. Veli Acar ve Montano çıkmış, Murat Tosun ve Ali Dere girmişti oyuna. Murat Tosun fazla savunma yapabilen, Montano kadar da topa hükmedebilen bir oyuncu değil. Zaten o da uzun süren bir sakatlıktan çıktı. Kurtarıcı olarak yapabileceği fazla bir şey yoktu. Ali Dere benim çok beğendiğim bir oyuncu. Ancak bugün savunma anlamında fazla bir katkısı olmadı. Ayrıca Ali girince soldaki Grajciar da sağa geçti ve sağ kanat savunması da aksadı. İlk yarıda Veli Acar sağ bekte, Hakan Aslantaş da sağ açıkta oynuyordu ve Hakan-Veli ikilisi bu bölgeyi iyi savunmuştu. Grajciar girince tüm yük Hakan'a kaldı.

Bu bölümde Yücel İldiz oyunu çok büyük başarıyla okudu. Yorulan Hakan Özmert'i tam zamanında çıkarıp Birol Hikmet'i oyuna aldı. Böylece Karabükspor orta sahayı daha iyi tuttu. Birol'un savunma yönü de Hakan'a göre iyidir. Bunun da avantajı oldu. Daha sonradan gelen Şenol-Yasin Avcı ve Cernat-Bülent Kocabey değişiklikleri de yerinde değişikliklerdi. Takımın ihtiyaç duyduğu anda yapıldılar. Her giren fayda gösterdi böylelikle.

Bir de Hocine Ragued'den bahsetmek lazım. Her geçen hafta takıma oturuyor. Böyle giderse Tozo iyileşse de takıma girmekte zorlanacaktır. Savunması çok iyi. Şimdilik topa sert. Aynı zamanda ayağı da yumuşak. Gayet iyi top kullanıyor. Bence yararlı bir transfer.

Emenike yoktu dedik. Onun yerine oynayan İlhan'dan biraz bahsedelim. İlhan Parlak, normalde beğendiğim bir oyuncu değildir. Geçmişte çok yetenekli bir genç olarak piyasaya çıkmış olsa da gerekli gelişimi gösterememiştir. Ancak bu sene istikrarlı bir şekilde forma buldukça iyiye gidiyor. Tabii ki yine de çok üst düzey bir oyuncu olamayacak. Ancak en azından o silik hali yok. Çabası yarar getirdi bugün. Bitirici değildi. İkili mücadelelerde çok fazla ayakta kalamadı ama rakip savunmayı uğraştırdı. Arkadaşlarına pozisyonlar hazırladı. Topu ayağında çabuk bir şekilde çıkardığı hemen hemen her pozisyon tehlike yarattı.

Karabükspor bu galibiyetle çok daha rahat bir konuma geldi. Artık daha stressiz maçlar oynayacaklar. Konyaspor ise deplasman zaafiyetini devam ettirdi. Bir an önce silkinip bir şeyler yapmaları lazım. İyi gitmiyorlar. Yılmaz Vural'ın, heyecanını bu takıma yansıtması şart. Ki yapacaktır da. Önümüzdeki 2-3 haftada işin rengi ortaya çıkar.

26 Şubat 2011 Cumartesi

Galatasaray'ı Sıradanlaştırmak / İBB:3 Galatasaray:1

Hagi'yi çok seviyorum. Bundan önceki maçta da bunu yazdım üzerine basa basa. Sanırım her maç yazacağım. Evet, Hagi birçok şeyin farkında. Bunu geçen gün yaptığı basın toplantısında da hissettirdi. Mantıklı konuştu. Benim içime sindi konuşmaları. Ancak sahadaki takıma ve tercihlere bakınca da bir türlü tatmin olamıyorum.

Tercihler, bakış açısını ele verir. Hagi'nin tercihleri, gerçeklerle pek de uyuşmuyor görüntüsünde. Uzun süredir Mustafa Sarp'a sallar, Cana'nın hakkının yendiğini söylerim. Bugün yenilen ikinci golde Cana'nın verdiği pas Mustafa Sarp'a çarpıp İBB'lilerin önünde kaldı. Ama bu kez inanın Sarp'a kızamadım. O top orada Sarp'a çarpmasa yine İBB'liye gidecek belli ki. Hata Cana'nın. Ama ona da kızamıyor insan. Stoper değil ki Lorik Cana. Adamı o bölgede oynatacaksan, orada nasıl oynayacağını da öğreteceksin. Öğretmezsen olacağı bu. Serkan Kurtuluş'u tutarım normalde. Ama sağ bek olarak Sabri varken Serkan'ın ne işi var? Sabri'nin orta sahada ne işi var? Sorular çokça... Cevap bulamıyoruz kaç zamandır. Hepsini tekrar tekrar sıralıyoruz ancak üşenmeden.

Maçın ikinci yarısında tek bir müdahele yok Hagi'den. Belki maçı kurtaracaksın. Ama skor 3-1 olmuş, uzatmalar oynanıyor ve Kazım oyundan alınıyor. Haliyle de taraftar ıslıklıyor. Değil Kazım, futbolcu Hagi ya da Prekazi olsa ıslıklanır o dakikada. Aslında ıslıklanan Kazım da değil. Ortadaki toplam görüntü...

Diğer yandan devre arasında 500 bin Euro çok görülüp alınmayan Cenk Tosun golleri sıralayadursun, Galatasaray her geçen gün eriyor, sıradanlaşıyor. İroninin dibine vurduğumuz günlerdeyiz.

Zapata'ya bile bu kez bir şey diyesim yok. Zaten kalede var mı yok mu belli değil. Her isabetli şut gol olmuş...

Eskiden çıldırırdım bu mağlubiyetlerde. Şimdi "peh" diyor, gülüp geçiyorum. Peki bu takmadığım için mi? Aksine halen daha takıyorum ancak çaresizlik dedikleri şey işte bu. Hagi'yi kov, Terim'i getir. Terim'i kov, Luce'yi getir. Ne değişecek? Zihniyet aynı... Yönetim tarzı aynı... Adnan Sezgin aynı... Adnan Polat aynı...

25 Şubat 2011 Cuma

Sonra Tribünler Neden Boş / Galatasaray-Gaziantepspor Bilet Soygunu


Önümüzdeki çarşamba günü oynanacak olan Galatasaray - Gaziantepspor maçının bilet fiyatları gündüz saatlerinde açıklandı.

Ziraat Türkiye Kupası çeyrek final ikinci karşılaşmasının fiyatları 40 TL ile 587 TL arasında belirlenmiş. Biletix'ten alırsanız daha pahalı. Ayrıntısı şu şekilde:

Kategori 1 Biletix'ten 600 TL Maç günü ASY'den 587 TL
Kategori 2 500 TL 487 TL
Kategori 3 350 TL 337 TL
Kategori 4 250 TL 237 TL
Kategori 5 150 TL 137 TL
Kategori 6 80 TL 71 TL
Kategori 7 45 TL 40 TL
Misafir takım 45 TL 40 TL

Fiyatlara bakınca sanıyorsunuz ki Türkiye Kupası değil de Şampiyonlar Ligi maçına çıkıyor Galatasaray. Üstelik ilk maç kaybedilmiş ve bu maçta taraftarın desteğine delicesine ihtiyaç var. Maçın açık kanaldan yayınlanacak olması da cabası...

Merak ediyorum, takımın taraftarına bu kadar ihtiyacı olduğu, tutunacak tek dal olan Kupa'da stadın atmosfer avantajının belki de bu sezon gerçekten işe yarayacağı 2-3 maçtan biri olan bu karşılaşmanın bilet fiyatları neden bu kadar fahiş?

Yönetim neyi amaçlıyor bu fiyatlarla? "Ne de olsa taraftar gelir" mantığıyla fırsatçılık mı yapıyorlar? Yoksa gerçekten de kimsenin gelmesini mi istemiyorlar? Belki de kendilerine lazım olan kişilere el altından dağıtıyorlardır biletleri, kim bilir? Maçta da şu yukarıdaki atmosferi görürüz artık.

Hayır, bir de ASY gişesinden alınca Biletix'in payı olan 13 TL'yi kesiyorlar ya, o da ayrı komik. Ben 600 TL'ye bilet alacak olsam zaten verdiğim 13 TL'yi mi düşünürüm? Bari fırsatçılık yapılıyorsa tam yapılsaydı da Biletix paylarını da geçirselerdi taraftara. Bu fiyatlama mantığından daha şaşırtıcı olmazdı hani...

Çok da uzun uzadıya bahsedilecek bir durum değil aslında. Galatasaray'ın şu anda devam ettiği tek kulvarda önündeki tamam mı devam mı maçından bahsediyoruz ve 600 liraya bilet var. Varın gerisini siz düşünün...

24 Şubat 2011 Perşembe

Geç Gelen Şöhret ve Bizon / Dario Hübner

İtalyan futbolunun 90'larda ve 2000'li yılların başlarındaki en ilginç karakterlerinden birisiydi Dario Hübner. İsmi bile alışılagelmişin dışında bir kere.

Dario Hübner...

Kendisiyle ilgili çeşitli kaynaklarda farklı bilgiler var ismiyle ilgili. Bazıları, babasının Alman olduğunu ancak Hübner'in Almanca bile bilmediğini yazarken; kimisi de bunu kesin bir dille yalanlayarak, ailesinin, İtalya'nın kuzeydoğusunda bulunan Trieste'den geldiğini ve kökenlerinin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu yöneten Habsburg Hanedanı'na dayandığı için soyadının Hübner olduğunu savunur.

1967 doğumlu Hübner, şöhrete geç ulaşmış, sıradışı bir oyuncuydu. Kariyerine 1987 yılında Pievigina diye bir takımda başladı. Bunu takip eden beş yıl boyunca oldukça sönük bir futbolcu imajı çizerek Pievigina dışında Pergocrema ve Fano Calcio gibi kulüplerde oynadı. 1991-92 sezonunda Serie C'de gol kralı olup ismini duyurmaya başlıyordu. 1992-97 yılları arasında, dönemin Serie B kulüplerinden Cesena forması giydi. Burada 166 maçta 74 gol attı. 1995-96 sezonunda Serie B'de de gol kralı olarak bir anlamda rüştünü ispat etti.

Hübner, hantal fiziği, ilerleyen yaşı ve sırtındaki probleme rağmen çok fazla maç kaçırmıyordu. Bu istikrarı, 1997 yılında Cesena'ya karşı Serie A'ya çıkma yarışını kazanan Brescia'nın da dikkatini çekti ve Brescia, o dönemde 30 yaşında olan Hübner'i, kariyerinde ilk kez Serie A'da forma şansı vermek üzere transfer etti. Hübner o sezon 30 maçta 16 gol atsa da Brescia'nın ligden düşmesine engel olamadı. Serie B'de geçen iki sezonda 21'er gol attı ve takımını tekrar bir üst lige çıkardı. Brescia'da oynadığı son sezonunda Serie A'da 24 maçta attığı 17 gol, transfer listesine konulmasına engel olamıyordu çünkü artık 34 yaşına gelmişti.

"Bizon", her ne kadar kendisinde oynayacak ve üstün performans gösterecek gücü buluyor olsa da Brescia'nın bu kararını saygıyla karşılamış ve şu açıklamayı yapmıştı: "Teknik direktör, Roberto Baggio'nun yanında oynatmak için farklı tarzda bir merkez forvet aradığını söyledi. Hayal kırıklığına uğrasam da bunu anlayabiliyorum. Başka hücum oyuncuları aldılar ve geleceğe bakıyorlar. Burada daha fazla maça çıkamayacağım belli ve bu da ayrılığı kaçınılmaz hale getiriyor."

2001 yılında gelen bu ayrılık, Hübner'e bir başka Serie A takımı olan Piacenza'nın kapılarını açtı. Artık 35 yaşına gelen bizon, o sezon attığı 24 golle Serie A gol krallığını da kazandı. Böylece koleksiyonun en nadide parçası da tamamlanmış oldu. Serie C, Serie B ve en sonunda Serie A gol krallığı 35 yaşındayken Hübner'in oluyordu.

Dario Hübner, bir sezon daha Piacenza'da kaldıktan sonra Ancona ve Perugia'da gollerine devam etti. Daha sonra yine alt liglere dönen Hübner, sırasıyla Mantova, Chiari, Rodengo Saiano ve Orsa Corte Franca formalarını da giyip futbolu bıraktı.

Hübner'in en büyük şanssızlığı, herhalde geç keşfedilmiş olmasıydı. 30 yaşına kadar Serie A'da forma giyememiş olması belki de büyük takımlara transferini engellemişti. Kendisi de bu konuda "Kulağıma gelen bazı haberler vardı. Cesena'da oynarken Inter'in beni istediği söyleniyordu ancak sonrası gelmedi" açıklamasını yapmıştı. Hübner, gerçekten de bir dönem Verona, Parma, Roma, Torino ve hatta Chelsea gibi takımlar tarafından istenmiş olsa da yaşından dolayı bu transferler hep yarıda kalmıştı.

Yaşlı kurt için bir de milli takım meselesi konuşulmuştu. Dünya Kupası için İtalyan Milli Takımı'na seçilmesi gündeme geldiğinde bol bol tartışılmış ve İtalya'da iki ayrı görüş ortaya çıkmasına neden olmuştu. Kendisi de milli takım için istekli olmasına rağmen, aynı zamanda realistti ve bu konuda "Dünya Kupası'nda oynamak mı? Çok güzel bir rüya. Dürüstçe söyleyebilirim ki, kimse ne olacağını bilemez. Gerçekçi olmak gerekirse, bunun gerçekleşebileceğini pek sanmıyorum. Ancak bu zamana kadar hep ilginç şeyler oldu. Belki gol atmaya devam edersem bir şans bulabilirim. Ama bu büyük bir "belki". Geride kalan yıllara baktığımda futbolda hiçbir şeyin kolay elde edilemediğini öğrendim" diyordu.

Kısacası, çok sıradışı bir karakterdi Dario Hübner. O cüssesine ve yaşına rağmen attığı onca gol, Brescia'da yedek kulübesinde sigara içmesi, hak edip de gelemediği yerlerle birlikte kolay unutulmayacak bir oyuncuydu.

23 Şubat 2011 Çarşamba

Hakan Şükür'den Yeteri Kadar Özür Dilemek

"Türkiye'ye milli takım için oynamak üzere ilk kez gittiğimde 17 yaşındaydım. O zaman her şey çok farklıydı. Hakan Şükür bir ilah gibiydi. Antrenmanlarda yanlışlıkla onun ayağına bastığınızda en az 5-6 kez özür dilemeniz gerekirdi. Ancak bugün ne bizde ne de Alman Milli Takımı'nda böyle bir liderlik anlayışı söz konusu değil."

Nuri Şahin'in, futboldaki jenerasyon farkı hakkındaki sözlerinden...

Fazla da yoruma gerek yok. Her şey açık...

21 Şubat 2011 Pazartesi

Beşiktaş:2 Fenerbahçe:4 / Fenerbahçe Geri Döndü!




Yeni Malatyaspor maçından sonra bu takımı Aykut Kocaman gidene kadar izlemeyeceğimi belirtmiştim. Tabii ki yapamadım. Sadece Samsunspor ile oynanan hazırlık maçını izlemedim. Antalya'sı, Trabzon'u, Manisa'sı, Kayseri'si hepsi geçti televizyonumun ekranlarından. Taraftarlık böyle bir şey olsa gerek.

Hiçbirinden sonra maç yazısı da yazmadım. Kır(z)gınlık vardı diyelim. Bu olumsuz hisleri geride bıraktığım için yazı da yazabilirim artık. Başıktaki cümlenin sebebi de Fenerbahçe'nin bu sene ilk defa derbi kazanabilmiş olması...

Dakika dakika, pozisyon pozisyon analiz yapmaktan ziyade oyuncuların belirgin performansları ve oyun yapıları üzerinden bir değerlendirme yapmak niyetindeyim. Beşiktaş kalecisiyle başlayayım. Rüştü hayatının en iyi maçlarından birini oynadı diye düşünüyorum. Özellikle Emre'nin aşırttığı topta ve Lugano'ya yapılan penaltının çalınmadığı pozisyonda yaptığı kurtarışlar, sadece onun klasındaki bir kalecinin yapabileceği kurtarışlardı. Bir de tam olarak kimin vurduğunu hatırlamıyorum ama ikinci yarıda çıkardığı bir kafa şutu da skor ne olursa olsun, konsantre olabildiğini gösterdiği. İlk yarıda Niang ve Dia'nın pozisyonlarında da yer tutuşları kusursuzdu.

Beşiktaş'ın en zayıf yeri şüphesiz ki defansı. Defansın kanatlarında yer alan iki hücumcu(!) bek bekleneni veremiyorlar bir türlü. Özellikle Ekrem Dağ'ın Dia karşısındaki çaresizliğini attığı tekmelerle savuşturması ve sadece sarı kart ile kurtarması tamamen hakemin iyi niyetiyle alakalı. Attığı gol mükemmel ama yaptığı tek yararlı şey o. İsmail ise çok verimsizdi. Buna rağmen Fenerbahçe'nin sisteminde yarattığı tahribat gözden kaçmadı. Mehmet Topuz dün rakip on kişi kalana kadar hiçbir atağa katkı sağlamadı. Dia-Alex-Niang üçlüsüne hiç destek olmadı. Bunun nedeni sol bek İsmail'in hücum yapabilme özelliğinin yanı sıra sol açık oynayan Quaresma ya da Simao'yu kitleme konusunda Gökhan'a yardımcı olmak adına, iyi yapabildiği her şeyi unutmasıydı Topuz'un.


Söz gelmişken Gökhan'dan da bahsedelim. En etkisiz maçlarından biriydi, az önce yazdığımız sebeplerden ötürü. Karşısındaki oyuncu bazen Quaresma oldu bazen de Simao. Onları karşılamada yeterince başarılı olduysa da kendisini farklı kılan sağ kanat bindirmelerinden hiç yapamaması onun adına üzüntü verici. Yine de derbi maçıdır ve stratejisi farklı olur. Gökhan'ı bir maçla harcayacak değiliz. Hala onun gibi bir bek yok bu ülkede.

Fenerbahçe'nin diğer bekine geçelim. Andre Santos. Kanımca müthiş oynadı. Sertlikse sertlik, teknikse teknik, zekaysa zeka. Takımın geriden hücuma katılan tek ismiydi. Hem karşısına gelen süper yıldızlar karşısında sağlam durdu hem de onların takım savunmasına katkı sağlayamamasından faydalanarak hücuma katkı sağladı. Konsantre olduğunda, iyi çalıştığında ve güçlendiğinde ne kadar faydalı olabileceğini gördük. On üç maç kaldı ve ona ihtiyacı çok Fenerbahçe'nin.

Orta sahalarına gelelim takımların. Necip iyi hoş da olmuyor işte. Alex'in başına verilmiş kendisi ama Alex aldığı her topu istediği gibi kullanabilmeyi başardı. Topla oynama becerilerini de sergileyemedi. Nötr bir oyun oynamasına rağmen Aurelio, tecrübesiyle daha yararlı olabilirdi sanki. Fenerbahçe'de ise Selçuk ve Emre ikilisinden daha iyi olmalarını beklerdim. Özellikle Beşiktaş'ın baskı kurduğu zamanlarda ikisi de ortalıklarda yoktu. Bazen bir faul yapıp isyan başlatırsın, bazen topu saklayarak rakibin hızını kesersin. Emre ve Selçuk bu bahsettiğim işleri yapabilecek oyuncularken dün ilk yarım saatten sonra neredeyse sahada yoklardı. Emre'nin böyle olmasında sakatlığının etkisi de olabilir elbette ama sanırım kart görmeme isteği, onun oyununu daha çok etkileyen faktör oldu. Nitekim Lugano'yu hakeme itiraz etmeme konusunda uyaran da kendisiydi. Bu duruma alışkın değiliz bildiğiniz gibi.

Beşiktaş'ın orta sahasında ise Ernst standartını bozmadı. Guti ise forvetin arkasında çok etkili değil. Orta sahaya gelip oyun kurma konusunda beceri sergilediğinde, kanatları oyuna sokabilmekte. Dün Beşiktaş'ın baskı kurmasını sağlayan faktör de buydu kanımca. Ekrem ve İsmail de daha çok ileri çıkabildi ve Beşiktaş daha kısa alanda, daha çok adamla dizilebildi.

Fenerbahçe'nin iki stoperi de kusursuz oynadılar. Almeida'yı kaçırdıkları pozisyon dışında hiç hata yapmadılar. Yenilen gollerde yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Volkan'dan da söz edecek olursak, Almeida'nın yakaladığı pozisyonda son ana kadar ayakta durması çok önemliydi.

Quaresma isyan ediyor, ileri çıkıyor ama ceza sahasında ve çevresinde sadece kendine oynuyor. Simao daha alışamamış takıma. Oyunculuğuna laf edecek değilim ama dün çok etkisizdi.

Fenerbahçe'de ise Dia ve Niang ilk 30 dakikada rakibi sürklase etti. Özellikle Dia, Ekrem'i perişan etti. Niang da Anelka'dan bu yana göremediğimiz anları yaşattı Fenerbahçe forvetinde.

Ve maçın yıldızı Alex. 3 gol attı. Necip'in kendi kalesine attığı golün ortasını yaptı. Pas yaptı, pres yaptı. Değişti bu adam. Aykut ile olan savaşını Fenerbahçe kazandı diyebiliriz. Yani Aykut kazandı. Yani Alex kazandı. Umarım sezon sonuna kadar bu formuyla devam eder kendisi.

Schuster'i de eleştirelim. Bobo 18'de değil haberini görünce bir sevindim açıkçası. Adamın her maçta golü var bize. Sivok da yok dediklerinde yedek stoper kim olacak ki o zaman? diye sordum. Ferrari atılınca gördük ki Schuster bu soruyu sormamış kendisine. E iyi de yapmış, ne diyelim?

Aykut ise Topuz'u kitlemesi dışında normal oyun sistemini korumuş. Sadece Stoch'u da kullanabilmesini bekliyorum artık kendisinden. Santos, Alex ve Dia'daki değişimden ötürü de övgülerimi iletirim. Beni sonuca yönelik konuşan spor yazarları kafasına eriştirdiği için de teessüflerimi...

19 Şubat 2011 Cumartesi

Pamuk İpliğine Bağlı Galibiyet / Galatasaray:1 Bucaspor:0

Ikına sıkına bir galibiyet daha...

Haftaya ne olur? Açıkçası çok da fazla umut yok. Galatasaray bugün ligin dibindekilerden biri olan, en önemli 3-4 futbolcusu sakat ya da cezalı olduğu için oynayamayan Bucaspor'u zar zor da olsa tek golle yendi.

Maç nasıldı diye düşünüyorum. İzlemesi zevkliydi açıkçası. Bir futbolsever olarak gayet zevkli bir maçtı ancak bir Galatasaraylı olarak zor anlar yaşamadık değil. Galatasaray yeterli pozisyonları buldu. O bakımdan fena değildi. Ancak daha da önemlisi, Bucaspor da en az Galatasaray kadar pozisyon buldu. Üstelik galip gelseler kimse de şaşırmazdı herhalde.

Bunun başlıca nedeni, Neill-Cana arasındaki pozisyon değişikliğinin bu maçta pek de işlememiş olmasıydı. Normalde bu değişikliğe soğuk bakanlardan değilim. Cana'nın Neill'den daha çabuk oluşu ve Neill'in de ayağının Cana'dan daha düzgün oluşu nedeniyle bu iki futbolcunun yer değiştirmesini anlayışla karşıladım. Hatta zaman zaman işe yarar bir uygulama olduğunu da düşündüm. Halen daha çok olumsuz değilim bu duruma karşı. Ancak bugün Galatasaray, bu iki oyuncunun mevki değiş tokuşu nedeniyle az kalsın yanıyordu. Bucaspor, kendisini karşılayacak bir Galatasaray orta sahası olmaması nedeniyle rahat bir şekilde Galatasaray ceza sahasına kadar indi çoğu kez. Ayrıca rakip orta sahada da Neill'e biraz (yalandan da olsa) baskı yapıp Culio'nun top almasını, aldığında da kullanmasını zorlaştıracak önlemler alarak (ve hatta Culio'yu geriye iterek) iyi bir orta saha savunması yaptılar diyebiliriz. Top Galatasaray savunmasındayken Neill çoğu kez geriye kadar gelip iki stoper Servet ve Cana'nın arasına girdi. Bu şekilde topu alsa da faydası olamazdı. Biraz daha önde olup orta sahada takımın kalabalıklaşmasını sağlamalı ve top hakimiyetinin Galatasaray'a geçmesine yardım etmeliydi. Bu işi aslında Cana iyi yapıyor. Ancak Neill'in yediği yalandan baskı nedeniyle geriye fazla gömülmesi, bazı anlarda sanki 3'lü defans oynayan bir takımın top çıkarma çabaları gibi bir görüntü verdi. Sabri ve Culio'nun da yine rakip baskısı nedeniyle kenarlara fazlaca kaçması ise orta sahada koca bir boşluk doğmasına neden oldu. Neill, 10 üzerinden 7'lik bir savunmacıysa, topu ne kadar iyi kullanırsa kullansın, (bugünkü haliyle) en fazla 10 üzerinden 4'lük bir ön libero olabilir.

Bugün Neill'in ön libero performansı ne kadar kötüyse Cana'nın stoper performansı da o kadar kötüydü. Özellikle iki çok önemli pozisyon var. Birincisinde Cana ofsaytı bozan adam olmasına rağmen yardımcı hakeme şiddetle itiraz edip bir de gözlük işareti yapıyor ve doğal olarak sarı kart yiyor, diğerinde de geriden Mendy'e atılan topta önce pozisyon alamıyor, sonra da yetişemeyeceğini anlayınca topa uçarak vurmaya çalışıyor fakat zamanlaması kötü olduğu için onu da beceremiyor ve Mendy'e son dakikada beraberlik golünü atma şansını tanıyor. Tabii onun stoperliği, Neill'in orta sahalığının yanında biraz daha çekilir.Neill'e yaptığımız puanlamayı Cana'ya da yapalım: Cana eğer 10 üzerinden 8'lik bir ön liberoysa, stoper olarak da en fazla 10 üzerinden 6'lık bir adamdır şu anda. Defansif özelliklerini geliştirir ve bir stopere evrilir mi? Bence evrilmeye çok müsait. Çok iyi bir stoper olabilir. En azından 10 üzerinden 7,5-8'lik bir standart yakalayabilir. Ama dediğim gibi, bugün çok kritik hataları vardı. Zorlandı...

Galatasaray'da olmayacak denemelerden biri de Sabri'nin orta saha göbeğinde oynamasıydı. Kaç maçtır bunu deniyor Hagi. Ancak Sabri'den bu bölgede üst düzey bir performans göremedik. Serkan Kurtuluş zaman zaman büyük hatalar yapmasına rağmen sağ bek için iyi bir alternatif haline geldi bu deneme sırasında ancak olan Sabri'ye oluyor böyle. Nitekim o bölgede Sabri sağ beke çekilip Yekta oynamaya başlayınca Galatasaray (Yekta'nın başlattığı bir akından sağ bek Sabri'nin de katkısıyla) golü buldu. Kazım'ın bu pozisyondaki deparı ve topu görerek bilerek Culio'nun önüne bırakışı tek kelimeyle enfesti. Culio da ters ayağına gelen topu güzel bir vuruşla ağlara gönderdi.

Eskişehir maçından sonra Stancu ve Kewell arasındaki uyumdan bahsetmiştim. Stancu'nun sol forvet, Kewell'ın da merkez forvet oynaması ve bu iki oyuncu arasındaki başarılı oyunlarını anlatmıştım. Aynı durumu bugün ne yazık ki Baros'la Stancu arasında göremedik. Belki ilerleyen maçlarda bu olacaktır ancak görünen o ki ileri üçlü sağdan sola Kazım-Baros-Stancu'dan oluştuğu sürece sol taraftan çok fazla etkili hücum beklememek lazım. Ancak Culio ve sol bek çeşitli varyasyonlar yapacak ki oradan atak gelişsin. Ancak şu haliyle ileri üçlünün orada yapacağı fazla bir şey yok. Baros çok etkili bir merkez forvet ancak asla Kewell gibi sol çizgiye koşu yapmıyor. Kewell'ın sola doğru koşarak açtığı alandan içerilere giren Stancu da Baros oynadığında aynı boşlukları bulamıyor. Hal böyle olunca da tek şansı, sağdan gelen ataklarda Baros'un ön direk koşusu yaptığında önünde açılan alan oluyor. Bence Stancu, Baros'la benzer tarzda bir oyuncu. Yani Kewell oynadığında solda Stancu'nun yanı sıra Baros da oynar ve Kewell ile Stancu'nun yaptığı oyunları başarıyla gerçekleştirebilir. Kewell burada kilit oyuncu. Ancak bu uyumu Stancu ve Baros arasında görebileceğimizi en azından şimdilik zannetmiyorum.

Sıra Zapata'ya gelsin. Benim yeni modam Zapata. Servet'le Hakan Balta bir süre nefes alabilirler böylelikle. Hatta Mustafa Sarp'a hiç ilişmiyorum Zapata varken. Bugün gol yemeden bir maç tamamladı ancak yemiş kadar oldu benim gözümde :) Yine doğru düzgün güven vermedi. Tabii zaman tanımak gerektiğini düşünenler olacaktır halen daha. Bu maçta gol yememesinin yanılgısına düşecek çok insan var. Ancak bugünkü tek bir pozisyon bile Zapata'yı ele veriyor. Sercan Kaya'nın ilk yarıda sol çaprazdan vurarak topu direğe nişanladığı pozisyonda Zapata'nın durduğu yere dikkat edin. Ön direk dibinde bekliyor paşamız. sol tarafı lamba gibi açık. Neyse ki Sercan istediği gibi vuramıyor da top direkten dönüyor. Son dakikada da Mendy'nin karşı karşıya kaldığı pozisyonda da Zapata kaleyi boşaltıp arka tarafı açıyordu. Neyseki Mendy iyi vuramadı ve topu dışarı attı. Yoksa TT Arena ilk puan kaybına şahit olacaktı. Bakalım bu ısrar nereye kadar sürecek.

Kısaca Galatasaray orta sahasının zaafından dolayı pamuk ipliğine bağlı ve tempolu bir maç izledik. Ancak böyle giderse, Antep karşısında kupadan elenecek bir Hagi, Galatasaray'daki görevinde kalamayacak gibi duruyor. Neler olacağını göreceğiz.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Beşiktaş Yönetimi Gücü Yettiğine... / İbrahim Üzülmez Kovuldu

"13 Şubat 2011 tarihinde oynanan MKE Ankaragücü - Beşiktaş müsabakasının devre arasında soyunma odasında futbolcumuz İbrahim Üzülmez'in sebebiyet verdiği sportmenliğe aykırı davranış neticesinde, teknik heyetimizin verdiği rapor ve durum Yönetim Kurulumuz'un bugün olağanüstü yaptığı toplantıda değerlendirilmiş ve İbrahim Üzülmez'in sözleşmesinin feshedilerek kulübümüz ile olan ilişkisinin kesilmesine oy birliği ile karar verilmiştir."

Beşiktaş yönetiminin İbrahim Üzülmez konusundaki açıklaması. Ne kadar basit, ne kadar olağan bir şeyden bahsediyorlar sanki değil mi? Çok kolay bir hareket yapmışlar sanırsınız.

Sebep?

İbrahim Üzülmez, Ankaragücü maçının devre arasında İbrahim Toraman'la kavga etmiş ya da İbrahim Toraman'ı dövmüş. Her neyse...

Evet, daha önce de benzer bir olay, bu ikili arasında yaşanmıştı. Şimdi tekrar olunca da kaptan kapı dışarı edildi. Beşiktaş yönetimini bir dinlemek lazım diyeceğim ancak acaba onlar kaptanı hiç dinledi mi?

İbrahim Üzülmez yüzde yüz suçlu diyelim. Diyelim ki sebepsiz yere daldı Toraman'a (ki sanmıyorum böyle olduğunu). Yine de bunun yaptırımı bu olmamalıydı. Ne mi yapılabilirdi? Oynatmıyorsan oynatma bu adamı. Madem bir hata etmiş, madem sahaya Beşiktaş formasıyla çıkarmayacaksın, oturt kenarda. Kadro dışı da bırakma. "Sakatlandı" diye duyur. Tedavi sürecinde diye yaz internet sitene. Oynatmayacaksan da o şekilde oynatma. Ama sezonun son maçı geldiğinde de İbrahim Üzülmez'i İnönü Stadı'nda son kez taraftar karşısına çıkar. Alkış almasını sağla. O da sezon sonu takımdan ayrılacağını deklare etsin ve İnönü'de onbinlerce taraftar onu önce bir bağrına bassın.

Bu adam ne yapmış olursa olsun bunu hak ediyor.

Bir de işin diğer boyutu var. Madem ortada İbrahim Üzülmez'le İbrahim Toraman arasında bir kavga var. Demek ki iki tane suçlu var. Hiçbir zaman hiçbir olay tek taraflı değildir. Muhakkak karşı tarafın da payı vardır. Bu olayda da mutlaka böyledir bu. Belki İbrahim Toraman yarı yarıya suçludur, belki de Üzülmez'in onda biri kadar suçludur. Ama mutlaka suçludur. Peki hani ona yaptırım? İbrahim Üzülmez'i göndermeye gücü yetenler Toraman'a neden ses çıkaramıyor?

Cevap acaba kadro sıkıntısı olmasın? Hadi sol beki İsmail Köybaşı'yla falan bir şekilde idare ettin. Stoperde kim oynayacak değil mi? Kadroda çok yabancı var ve Ersan da sakat değil mi? O zaman İbrahim Toraman'ı da göndermek de hükümet gibi g.t ister değil mi?

Aynen öyle :)

Velhasılkelam, neresinden tutsan elinde kalacak bir karar vermiş Beşiktaş yönetimi. Dün, federasyona faşist derken, bugün faşizmin kralını yapmış. Bakalım taraftar ne yapacak yönetime. Bugün tribüne çıkın sorun, ben eminim ki birçoğu Quaresma'yı Simao'yu ya da Almeida'yı değil, İbrahim Üzülmez'i ister yönetimden...

Bir Öneri: A2 Ligi Maçları Açık Kanaldan Verilsin


Aslında ne zamandır yazmayı düşündüğüm bir yazıydı bu. Ne var ki, bir türlü elim gitmedi klavyeye. Nedendir bilmem. Ancak bugünkü A2 maçında oynayanları gördükten sonra "artık bu yazının da tam zamanı" diye düşündüm. Galatasaray'la Bursaspor arasında oynanan A2 maçında Emre Çolak ve Aydın Yılmaz'ın oynaması ilginç bir durumdu benim için.

Aslında çok da uzun uzadıya anlatacak değilim. Meramım kısa... A2 ligi maçlarının ulusal (mümkünse de açık) bir kanaldan yayınlanması gerektiğini düşünüyorum. Hatta takımların tesislerinde de oynanmamalı. En kötü ihtimalle 3-5 bin kişinin izleyebileceği, adamakıllı tribünlere sahip gerçek statlarda oynanmalı. Yoksa bu ligin pek bir anlamı kalmıyor. A2 Ligi, bu haliyle kapsamı biraz daha genişletilmiş (yaş sınırı olarak), PAF liginden hallice bir organizasyondur olsa olsa. Herhangi bir oyuncunun da bu ligde kendisini geliştirip(ya da ispat edip) sezon içinde A takıma çıkabileceğini sanmıyorum.

Tabii ki Almanya gibi oturmuş bir sistemimiz olur, o zaman işler değişir. Ancak orada bile mesela bir 3. ligde kulüplerin amatör takımları (bizdeki A2 takımlarına denk gelenler yani) oynayabiliyor. Bizdeki Bank Asya Ligi'nin bir alt kategorisi olarak düşünün. Bu durum da tabii oyuncunun gelişimine olumlu katkı sağlıyor. Mesela geçen sezonun ikinci yarısında ciddi bir şekilde sakatlanıp 6-7 ay sahalardan uzak kalan Tunay Torun, bu sezon ilk olarak Hamburg'un amatör takımıyla maça çıktı ve amatör takımla oynadığı iki maçın ardından A takımla çıktığı ilk maçta iki asist birden yaptı. O maçlar, Tunay'ı A takıma hazır hale getirmişti çünkü.

Böyle bir ortam ne yazık ki Türkiye'de yok. O sebeple oyuncunun gelişimine en büyük katkı nasıl sağlanabilir diye düşününce benim aklıma "onları kitlelerin izlemesi sağlanmalı" fikrinden başka bir şey gelmiyor. Neticede oyuncu, göz önünde olduğunu bildiğinde daha farklı olacaktır. Mesela Galatasaray'ın A2 takımının maçlar GSTV'den veriliyor ancak bu da yetmez. Bildiğimiz ulusal kanal olmalı. Mesela TRT'nin bir dolu kanalı var. Spor kanalı da var güya. Orada haftada 1-2 maç yayınlanabilir. Formsuz olduğu için, disiplin sorunlarıyla ya da sakatlıktan çıktıktan sonra maç kondisyonu kazanması için A2 takıma gönderilen oyuncular da TV'den yayınlanan maçlarda daha fazla motivasyonla sahada yer alır. Mesela bir Misimovic'i Hagi'nin hata yaptığını ispatlamaya çalışırken görebiliriz. Ya da bir türlü bekleneni veremeyen Aydın Yılmaz'ı A2 takımda kendisini ispatlamaya çalışırken, zamanında wonderkid diye bize lanse edilen Cem Sultan'ı "ben buradayım" diye bağırırken izleyebiliriz. Ligin ilk yarısında Yusuf Şimşek sakatlıktan kurtulduğu ilk haftalarda Beşiktaş'ın A2 maçlarında oynamıştı. Kaç kişinin haberi vardı mesela bundan? Kim gördü Yusuf'un ne halde olduğunu. Bu maçlar açık kanaldan verilirse belki bunları test edebiliriz. Ya da takımda sol bek sıkıntısı mı var? A2 takımının sol beki, ulusal kanalda maçının yayınlandığını bilirse kendisini paralamaz mı?

Benim fikrime göre bu şekilde bir uygulamayla oyuncular hakkındaki kararı sadece teknik kadro değil, tüm spor kamuoyu verecek ve oyuncular için de fırsat eşitliği olacaktır. Tabii işin mali yönünü falan bilemem. Belki de oluru olmayan bir şeydir ancak mantıksız bir öneri olduğunu da düşünmüyorum. Nelere canlı yayın yapılıyor. Bunun da izleyicisi muhakkak olur. En önemlisi futbola katkısı olur...

Ronaldo Bıraktı!!


Evet!.. Bir devrin sonu! Bu bünyenin gördüğü en iyi forvet, en sıradışı oyuncu olan Ronaldo, Sevgililer Günü itibariyle aktif futbol yaşantısına noktayı koydu. Zidane bıraktığında kötü hissetmiştim, Ronaldo bıraktı diye hissediyorum ve Messi bırakana kadar bir daha da böyle hissedeceğimi tahmin etmiyorum.

Zirveyi gördüğüne şüphe yok varsın orada bırakmasın. 3 kez yılın futbolcusu seçilmiş bu adam. Dizinden hem de 2 kere sakatlanmasaydı; Michael Jordan'ın NBA'de yaptığı türden bir kariyeri izlettirebilirdi bize...

Biz onu Barcelona'dan, Inter'den ve Brezilya Milli Takımı'ndan hatırlayacağız nasılsa. Ronaldo'nun veda haberi kısa olsun ama aşağıdaki videoları izlemekten imtina etmeyin...

"El Fenomeno"




13 Şubat 2011 Pazar

Taffarel'in Olmadığı Yerde Zapata'ya Güvenmek

"Zapata'nın hatası olup olmadığını düşünmüyorum. Bence onun hatası değil. O golün dışında çok fazla söyleyecek bir şey yok. Ben ona güveniyorum''

Bu maçla ilgili yorum yapmayacağım. Gheorghe Hagi'nin maçtan sonra basın toplantısında söylediği ve yukarıda alıntıladığım sözler yeterlidir. Hagi benim için gelmiş geçmiş en büyük Galatasaray futbolcusudur. Ne yapsa gözümde değeri zerre azalmaz. Teknik direktörlüğü konusunda da başkaları kadar karamsar değilim. Bir önceki döneminde yaptıkları bence bu ülkede hak ettiği değeri görmemektedir. Ancak yeri gelir, Hagi'ye kızarım, eleştiririm. Burada da kızdım, ne yalan söyleyeyim. Zapata'dan Galatasaray'a ne köy olur ne kasaba. Rakibin çaprazdan vurduğu şut, senin üzerine geliyor, sen de bunu bacaklarının arasından yiyorsan git kendine bir halı saha kariyeri çizmeye başla. Profesyonel futbolla falan ilgilenme. Mesafe yakın da değil üstelik. Haa, gerçi Zapata'ya kızmak da ne kadar doğru bilemem. Adamı kaleci diye getirip koydular işte şu takıma...

Hagi de keşke şu güveni ve desteği 32 yaşındaki içi koflamış Zapata'ya vereceğine 24 yaşındaki Ufuk Ceylan'a verseydi. Hadi Ufuk Ceylan'a da mı vermedi? Emirhan'a verseydi...

8 Şubat 2011 Salı

Aristo’nun Katharsis’i ve Futbol Sahnesi



Şu sıralar yine bir depresyon hali var futbolumuzda. Herkes köşe bucak birilerini eskitmeye başladı bile.. Hakemlerle yine ve yeniden bir furya aldı başını gidiyor. Senaryo, en çok eskitilmiş olanlarla yani futbolcularla devam da edecektir hiç şüphesiz. Hakemler, futbolcular ve federasyon derken lig bitecek bir takım şampiyon olacak. Üzülenler, sevinenler derken sonra bir dinginlik hali..

Birçok defa herkes kadar bende tanımlamaya çalıştım futbolu. Sözlüğe bile baktım desem yeridir.. İyidir dedim, kötüdür dedim. Olur dedim, olmaz dedim!.. Sonuç olarak “ne elde ettin?” derseniz bu sefer sözlüğe bile bakmadan çok net bir cevap alırsınız benden; adı da “yorgunluk” olur..

Nasıl bir yorgunluk peki?

Galiba lig bitimlerinde üzerimize giydiğimizle aynı cinsten bir yorgunluk..

Tamam da sebebi nedir dedim; pek tabii önce kendime sordum. Çok değil biraz gidince harmanlanmış bir cevap insanın yüzüne bir tokat atıp kendisine gelmesini sağlıyor. Herkesin kendi içinde bulduğu cevap farklı olabilir ama benimkisi aynen şöyle söylüyor:

Ortega geldi, Ceyhun mu dediniz!

Anelka geldi, Fener onu da bitirir dediniz!

Ribery geldi, yüzü yaralı dediniz!

Hagi diye bir armağan verildi, Galatasaray taraftarına bile nefret ettirdiniz!

Rijkaard geldi, “stajer mi?” dediniz!

Nouma geldi, kendinize benzetip desibel desibel tombala çektirdiniz ve kanseri yeni atlatmış bir adamın futbolunu elinden almayı bir dakikalık sevinç uğruna hem de yüksek oktavlarla pek tabii ihmal etmediniz!

Bitmek bilmeyen baskılarla kötü Selçuk’tan bir gol yedi diye bir kaleciyi sınır dışı ettirdiniz!

Onursal başkanımız hala hayatta dediniz, ama bir gün bile akıl hocalığı yapmasına fırsat vermediniz!

Transfer sihirbazı denilen bir adama önce taptırdınız sonra yitip giderken “nereye gidiyor?” bile dedirtmediniz!

Beşiktaş’ın çocuğu diyerek geri aldığınız Nihat’ın, 3.5 milyon aldığını öğrendikten sonra “bende çıksam onun kadar oynarım” diyerek bitirdiniz!

Hakem odası basanları uzaklaştırmak yerine daha çok sizlerden biri yaptınız!

Teknik adama önce sövdürüp sonra taraftarı dövdürüp, dünya spor medyasında en afili reklamımızı yaptırdınız!

E bunca mesaiden sonra bir yorgunluk kahvesi ısmarlarsınız o zaman!..

Aristo’nun katharsis’inde olduğu gibi; tribünleri bir tiyatro sahnesi gibi kullanıyoruz ama hep aynı temayı işleyip sonrada o duygulardan kolayca arınmaya çalışıyoruz. (bkz. korku teması, çelişki teması, komplo teması, argo sözler teması, artık kafatası olmayan Batuhan teması ve en nihayetinde yorgunluk teması)

Sağlıcakla..
Bir Fenerbahçe taraftarı.

Oğuz Sarvan Neyin Peşinde?

Bugün gazetelerde A2 Milli Takım'ın Belarus'la yapacağı maçın hakem atamasıyla ilgili enteresan bir haber vardı. Habere göre MHK Başkanı Oğuz Sarvan, bu maçın hakemi olarak üç gün önce Beşiktaş-Kardemir Karabükspor maçını rezil eden Mustafa Kamil Abitoğlu'nun görevlendirmişti. Abitoğlu'nun Beşiktaş-Karabük maçında neler yaptığını "çok da ayrıntıya girmeden" linkteki yazıda anlatmıştım. Ayrıntıya girseydim herhalde çok daha uzun bir yazı olabilirdi.

Neyse ki TFF Başkanı Mahmut Özgener, söz konusu atmayı görünce Oğuz Sarvan'ı arayıp tepki göstermiş de MHK durumu düzeltip Mustafa Öğretmenoğlu'nu atamış maça.

Oğuz Sarvan hakikaten garip bir MHK Başkanı. Gerçi hakemliği de çok normal değildi. Yönettiği maçların tartışılmadığını hiç hatırlamam. Katlettiği maçlarla meşhurdu. Şimdi hakemlik yapsa muhtemelen Abitoğlu'nun falan yerinde olabilirdi yani. Ne bu göreve getirilişini anladım, ne de görevdeyken yaptıklarını...

Daha üç gün önce ne kadar formsuz olduğunu gözümüze sokarcasına bir maçın tüm tadını alıp götüren, iki tarafın da emeklerine yazık eden bir hakemi bugün tekrar milli maça atamak hangi mantıkla açıklanabilir, bilemiyorum. Oğuz Sarvan bu atamayla acaba neyi anlatmaya çalıştı ya da kime meydan okudu? Acaba hakemine destek olduğunu mu sanıyordu, yoksa onu bitirmek mi istiyordu? Bu şekilde harcanan, hakem ve MHK'nin güvenilirliği olur, acaba farkında mı?

Keşke bir gün fırsat olsa da sorup anlasam şu mantığı...

7 Şubat 2011 Pazartesi

A2 Milli Takım'da Bir Eski Dost / Fuat Usta

A2 Milli Takım'la ilgili haberleri okurken bir isim dikkatimi çekti. Bu isim futbolcuların arasından değildi tabii. Takımın teknik direktörü Fuat Usta'ya takıldı dikkatim.

Çok eskilerden hatırladığım birisi Fuat Usta. Çocukluktan yeni çıktığım dönemlerde Türkiye'ye gelmiş ve Beşiktaş'ta forma giymişti. 1995-96 sezonu... O dönemde takımda Stefan Kuntz, Ertuğrul Sağlam gibi isimler var ve Fuat Usta da sezonun önemli transferlerinden.

Eee kolay m? Adam koskoca Hollanda liginden, hem de Fortuna Sittard takımından transfer edilmiş. Sağ kanatta aldığı her topla rakipleri ipe dizip goller attıracak. En azından bizde yaratılan algı o yönde. "Ulan Galatasaray niye almaz şöyle adamları" falan diyorum hatta içimden. O derece...

Ancak koca sezonda oynadığı maç sayısı 3'ü 5'i geçmemişti. Teknik bir futbolcu olduğu topu ayağına aldığında belli oluyordu tabii ama burada olmamıştı işte. Sonra yine Hollanda'ya gitti. Arada Finlandiya ve Japonya yapmış. Son olarak yine Fortuna Sittard'da bir maça çıkmış ve antrenörlük yapmaya başlamış. Şimdi de A2 Milli Takımı'nın başında. Basında hakkında çıkmış haberlere bakıyorum da, ufaktan bir Mustafa Yücedağ havası sezmedim dersem yalan olur. Yaptırdığı ağır antrenmanlar nedeniyle Yiğit Gökoğlan sakatlanınca Erdal Keser'le tartıştığı, Hollanda ile oynanan maç öncesinde A Milli Takım futbolcularını ısıtmak istediği için de Oğuz Çetin ve Engin İpekoğlu ile arasında bir sürtüşme yaşandığı söyleniyor. Enteresan... Umarız faydası dokunur tabii...

Bu arada unutmadan, Fuat'tan sonra kardeşi Suat da gelmişti Türkiye'ye. Hem de bu kez Galatasaray getirmişti Suat'ı. Küçükken çok mu istemişim acaba? Hiç de bir faydası olmadan gitmişti o da...

80'lerde Kulüp Yöneticisi Olmak ve Serdal Adalı Hevesi

Dün Serdal Adalı'nın basın toplantısı vardı. Belki bu toplantıya değinmek için biraz geç oldu ancak şimdi vakit bulabildim. Ağzım açık izledim, gazetelerden de ağzım açık okuyorum.

Serdal Adalı'yı çok fazla tanımam. Belki Beşiktaşlılar daha öncelerden tanıyordur kendisini ama benim için yeni bir figür. Yaptığı transferlerden biliyorum daha çok. Ve düne kadar bende bıraktığı intiba iş bitirici, vizyon sahibi ve akıllı bir yönetici olduğuydu. Hatta transferdeki başarısı nedeniyle de Haldun Üstünel'den daha yararlı bulurum kendisini. Bunun nedeni de bitmiş yıldız (Elano, Gio, Jo) almak yerine halihazırda oynayan (Simao, Almeida) yıldızları getirmesi, ve hatta bu adamları çok daha ucuza mal etmesidir.

Ancak dün öyle bir basın toplantısı yaptı ki, gözümdeki yeri bir anda değişti. Adam bildiğimiz 80'lerden fırlamış at gözlüklü, sabit fikirli, fanatik ve afaki bir yöneticiymiş meğer. Evet, Beşiktaş'ın hakemden canı yanmıştır. Karabük maçında da yanmıştır, öncesinde de... Ancak Karabük maçından bahsederken sanki hakem beraberliği Karbükspor'a bahşetmiş gibi davranmak hangi kafada yaşamayı gerektirir, bilemedim. Serdal Adalı toplantıda sadece Almeida'nın verilmeyen golünü konuştu. Sanki İbrahim Toraman kırmızı kart görmeyi hak etmemiş, sanki Emenike'ye özellikle ikinci yarıda ki pozisyonda yapılan penaltı pozisyonu hiç yokmuş gibi davrandı. Bu, fanatizmin de ötesinde bir şeydir. En koyu Beşiktaşlı bile bugün maçı yorumlarken bu pozisyonları inkar etmiyor. Serdal Adalı ise lafını bile etmiyor. İlginç...

Hakem odası basmak konusundaki fikirleri de şaşırttı beni Adalı'nın. Bu külhanbeyivari hareketlerden bıkmadık mı hepimiz? Evet, hakem odası basana karşıyız. Ancak "madem onlar yapıyor, ben en alasını yaparım ulan" tavrı komiklikten başka bir şey değil. Yakışmıyor Beşiktaş'a.

Bir de stat konusu var tabii ki. Serdal Adalı, Beşiktaş'ın yapacağı yeni stadı hakkında konuşurken Şükrü Saraçoğlu ve Ali Sami Yen Spor Kompleksi TT Arena için "kaçak yapı" ve "devletin parasıyla yapılan stat" tanımlarını kullandı. Fenerbahçe'nin stadının ne kadar kaçak olduğunu bilemem. Çok detaylı bilgim yok ama TT Arena'ya bugün halen daha "devletin parasıyla yapıldı" diyorsanız ya gündemden kopuksunuzdur ya da art niyetli. O stat karşılığında Galatasaray Spor Kulübü'nün neler verdiği ortada. Tekrar tekrar anlatacak değiliz. Ancak Serdal Adalı hükümet ağzıyla konuşmakta ısrarcıysa kendi bilir. Galatasaray'ın Seyrantepe'de maçlarını oynayarak bölgedeki kamu arazilerinin değerlerini ne derece arttırdığına da hiç girmiyorum. Düşünebilen, kolaylıkla idrak edebilir.

Kısacası hayal kırıklığı yaratan açıklamalar dinledik Adalı'dan. Onun da 25-30 sene önceki yönetici tipinin bir temsilcisi olduğunu, bazı şeyleri zoraki olarak hükümetin başarısı olarak göstermeye meraklı olanlardan olduğunu ve aba altından sopa gösteren bir kabadayı olma sevdası taşıdığını üzülerek öğrenmiş bulunduk.

6 Şubat 2011 Pazar

Şut Çekmenin Dayanılmaz Hafifliği / Galatasaray:4 Eskişehirspor:2

Rutine hazırlık, takip, şaşırma, derken sevinç, şaşırma ile sevinç arası bir garip his, tabii ki tedirginlik, kısa bir süre sonra coşku, ufaktan filizlenmeye başlayan özgüven, rölanti, bir daha coşku, rahatlama, heyecan, moral, sonra "olur böyle şeyler" hali, sonra "ulan yine mi" korkusu, telaş, derken yine bir derin nefes ve son düdükle gelen derin bir oh...

Galatasaray-Eskişehirspor maçının özeti budur herhalde. Tam da nihayet derken az kalsın kelimeler boğazımıza diziliyordu bu akşam. Kolay değil, takım uzun bir sürenin ardından dirençli bir rakibe karşı ilk yarıda neredeyse kusursuza yakın oynamış ve devreyi de 3-0 önde kapatmış. İnsanın aklına o 15 dakikada neler neler geliyor. Sonra maçın bitimine 13 dakika kala skor 3-2 olmuş. E ama bu taraftara da yazık... Onca gelgiti bu akşam bir arada yaşadık. Neyse ki sonuç müspet.

Galatasaray, çok hızlı bir tempoyla girdi maça. Savunmada çok büyük bir başarıyla alan daraltıp rakibe pas yapma olanağı tanımadılar. Topu ayaklarına aldıklarında da çok süratli bir şekilde rakip yarı alana, hatta rakip ceza sahası civarına taşıdılar. Tabii bunda Kewell ve Stancu'nun takıma katılması çok etkili oldu. Böylece Aydın'ın mızmız oyunundan kurtulmuş ve Kazım'ı da mevkisi olan sağ açıkta değerlendirmiş oldu Galatasaray. İleri üçlü Stancu-Kewell-Kazım dizilişiyle sahada yer aldı. Tabii birçok kişi Kewell solda, Stancu merkezde oynar diye düşünüyordu ancak tam tersi, Kewell merkezde, Stancu solda oynuyordu. Tabii Stancu topu aldığında Kewell sol çizgiye hareketleniyor, Stancu da topla içeri dripling yaparak Kewell'ın açtığı boşluğu değerlendirip dengesi bozulan rakip savunmayı rahatsız ediyordu. Bu gayet güzel işleyen bir taktikti. Aynı hareketi Kazım'ın sağdan aktığı pozisyonlarda da gördük. Kewell ön direğe koşup savunmayı arkasında sürükleyerek alan açarken, Stancu da arka direk koşularını çok büyük bir başarıyla yaptı. Stancu'nun attığı gol de zaten böyle geldi. Kewell ile bu kadar kısa sürede böylesi bir uyum yakalamaları sevindirici. Tabii onlar bu güzel uyumu yakalamışken Kazım da boş durmadı. Güzel futbol ve iki asistle maçın en önemli adamlarından biri oldu. Böyle oynamaya devam etsin, bu ciddiyeti bozmasın, bu taraftar onu sahiplenir. İlk transfer olduğu gün de bunu yazmıştım, bugün de halen aynısını düşünüyorum. Tabii çok da emin olmamak lazım Kazım'dan. Dengesi pamuk ipliğine bağlı ne de olsa...

Bugün adına olumlu olan değişikliklerden biri de bol şut atılmasıydı. Futbolcular, kaleyi gördüğü yerden vurdular. Bu, olması gereken bir özellik Galatasaray'ın oyun yapısında. Ne zamandır bu kadar çok şut atılmıyordu. Tabii daha garanti pozisyonlar için de uğraşılabilir ancak bazen şut atmak da gerekir. Maç içinde rakibe psikolojik baskı kurarsınız en azından. Hele ki iyi şut çeken oyuncularınız varsa ve tehlike yaratabiliyorsanız, oyunu istediğiniz kıvama da getirebilirsiniz.

Bugün Galatasaray'da orta alan Culio-Neill-Sabri üçlüsünden oluştu. Gayet başarılıydılar. Sabri'nin enerjisi o bölge için çok iyi oldu. Top kullanma konusunda da biraz daha seçici olabilirse çok daha faydalı olacaktır. Culio ise, Ayhan'ın görevini başarıyla üstlendi. Daha doğrusu öyle bir performans gösterdi ki, "bu rol artık benimdir" dedi. Çok sıcak bakamamıştım geldiği günden bu yana kendisine. Oynanan maçlarda da genel olarak yararlı bulmama rağmen Galatasaray'ın oyuncusu değil diye düşünmüştüm ancak bugün, aldığı görevi kusursuza yakın yerine getirdi. Neill-Cana değişikliği artık kanıksanmıştır herhalde. Neill orta sahaya oturdu artık. Gayet iyi kotarıyor orayı. Cana da savunmada iyiydi. Tabii halen daha olması gereken seviyede değil Galatasaray savunması ama daha iyi olacak gibi. Cana'nın en iyi yanı, topu eveleyip gevelemeden ayağından hızlıca çıkarması. Böyle olunca rakip savunma daha yerleşmeden Galatasaray hızlıca topu ileri taşıyabiliyor. Sıkıntı ise yine Hakan Balta-Servet arasındaki kafa karışıklığından ileri geliyor. Tabii daha dişli takımlara karşı Cana yetersiz kalabilir orada. Bunu zamanla göreceğiz.

Kewell ve Baros'un dönüşüne de değinmek gerek. Uzun süren aranın ardından yeni statta bugün sahadaydı bu ikili. Kewell ilk 11'deydi. Baros sonradan girdi. İkisi de golünü attı. Özlemişiz Kewell ve Baros'un gol attığı maçları. Onlar olunca takım da farklı oluyor.

Bu arada yine bir noktaya dikkat çekmek lazım. Mustafa Sarp'ın oyuna giriş dakikasına bakalım... 69'da girmiş. O an skor 3-0. Sonra bir bakıyoruz ki 3-2'ye gelmiş. Sürekli Mustafa Sarp demek istemiyorum ancak gerçek ortada. Yine aldığı her topu itinayla geriye oynadı. Rakibin Galatasaray yarı sahasında çoğalmasını sağladı. Takımın baskı yemesine bir anlamda ön ayak oldu. Bravo Mustafa Sarp, ne diyelim. İyi niyetlisin, Galatasaraylısın falan da seni bu takıma getirenler utansın...

Gelelim Zapata'ya :) Al Zapata'yı, vur Mustafa Sarp'a. Bugün Mustafa Sarp ne kadar başarısız olduysa, Zapata da en az o kadar başarısızdı. Burhan'ın golü zaten fiyasko. Kapattığı köşeden yedi. Batuhan'dan saçma sapan bir gol yedi. Neyse ki hakem orada ofsaytı verdi. Ümit Karan'a da muhtemelen 20 yıla yakın kariyerindeki 2-3 frikik golünden birini attırdı. Evet, Ümit güzel vurdu ancak çıkmayacak bir top değildi. Kısaca Zapata bugün kalede olmasa da olurdu. Olan Ufuk'a oluyor.

Bu arada Ümit Karan'ın frikik golünden söz açılmışken, o pozisyondaki faul düdüğünün de yanlışlıkla çalındığını düşünmek istiyorum. İki oyuncu kafa topuna çıkmış. Batuhan da boyunun avantajını kullanıp topu istediği yere indirmiş. Faulle alakasını çözemedim. Acaba aynı pozisyon ceza sahası içinde olsa penaltı çalabilecek miydi Cüneyt Çakır? Çalabilirse ayrı, ancak sanmıyorum.

Netice olarak güzel bir maçtı. Tempo vardı. İlk kez rahat bir maç kazanacağız derken yine korkulu rüya gördük. Neyse ki Baros döndü ve golünü atıp takımı bir kez daha kurtardı.

5 Şubat 2011 Cumartesi

Futbolun Katili Türk Hakemleri / Beşiktaş:1 Kardemir Karabükspor:1

Asla berabere bitmeyecek, asla golsüz bitmeyecek maçlar vardır. İşte bu da o maçlardan birisiydi aslında. Sürekli bir tempo vardı sahada. Tabii çok da net pozisyonlar... Ancak bu maç hem olmayacak şekilde berabere bitti, hem de sadece iki gol izleyebildik.

Peki neden?

Nedenini Beşiktaş taraftarının tezahüratlarında bulabiliriz: Futbolun katili Türk hakemleri... Hoş, Beşiktaş taraftarı normal olarak kendi canları yandığında dile getirdiler bu gerçeği. Oysa o dakikaya kadar hakem Karabükspor'u katletmekle meşguldü.

Bugün, sahadaki hakemler, tamamıyla hem futbolun hem de futboldan aldığımız zevkin katili oldular. Biri ilk yarıda, diğeri ikinci yarıda olmak üzere Emmanuel Emenike'ye yapılan iki çok net penaltı var. Hani derler ya, hakemlere ders diye gösterilir diye... İşte aynen öyle pozisyonlar. Birinde İbrahim Toraman indiriyor yere, diğerinde Hakan Arıkan... Bunları vermeyen hakem, hiç boşuna zamanını harcamasın bu işi yapmak için. Bir de Beşiktaş'ın penaltısı ve verilmeyen golü var tabii. Aynı hakem, yani Mustafa Kamil Abitoğlu, Simao'nun ceza sahasında yere indirilişini ceza sahası dışında diye yorumlayarak ve Hugo Almeida'nın buz gibi golünü vermeyerek bu kez Beşiktaş'ın canını yaktı. Tabii özellikle de İbrahim Toraman'ın görmesi gereken bir de kırmızı kartı es geçmeyelim. Kısaca rezaletti hakem. İki taraf açısından da...

Takımlardan önce hakemi değerlendirdik. Elde değil tabii. Bir hakem bir maçın önüne ancak bu kadar geçebilirdi. Gelelim takımlara. Beşiktaş'ta Guti'nin eksikliği fazlasıyla hissedildi. Karabükspor'un alan daraltıp paslaşmayı engelleyen etkili orta saha presi karşısında Guti tam bir çilingir rolü üstlenebilirdi. Orta saha göbeğinde Ernst-Fernandes ikilisini denedi Schuster. Kağıt üzerinde etkili bir ikili ancak realitede olay çok farklıydı. Ernst Türkiye'ye geldiğin günden bu yana en etkisiz ve en kötü futbolunu oynadı. Birçok pas hatası yaptı. Bu durum kendisinin suçu değil. Beşiktaşlı olsam asla Ernst'e kızmazdım. Adamı en formda zamanında kesip körelten Schuster'de aramak lazım bu düşüşün nedenini. Fernandes de kupa maçındaki görüntüsünde uzaktı. Belki Ernst-Necip ikilisiyle başlansa daha doğru olabilirdi. En azından takımın direnci artardı.

Nobre, forvet arkası olarak gayet iyi gidiyor aslen. Bugün de çok hırslı ve etkiliydi. Ah bir de o kadar para almasa :) Çok önemli goller kaçırdı ancak çok güzel de pozisyonlar hazırladı arkadaşlarına. Kanatlara top bile dağıttı yani... Düşünün, o derece gereklerini yerine getirdi pozisyonunun. Tabii önünde Bobo olsa işler değişirdi bana kalırsa. Almeida çok etkisiz kaldı.

Hilbert-Ekrem ikilisi yine çok hareketli ve istekli ancak hafta içindeki maç kadar etkili değillerdi. Tabii Seriç'in iyi savunması kadar, Hilbert'in bazı yanlış seçimleri de bu durumda etkiliydi.

Savunmada ise İbrahim Toraman çok zorlandı Emenike karşısında. Bugün bir kırmızıyla atılması gerekiyordu. Ancak her ne hikmetse bir sarı kartla yırttı resmen. Sivok da Toraman'ın kademesine girmekte zorlandı çok kez. Özellikle golde bu ikilinin bir akıl tutulması yaşadığını gördük. Emenike'yi ikisi de almamıştı ve göbekten çok rahatça delindiler.

Karabükspor'a gelecek olursak, Yücel İldiz'in yine cesur bir anlayışla takımını sahaya çıkardığını çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz. Yücel Hoca, dörtlü savunmanın önüne Birol-Hakan Söyler ikilisini, onların önüne de sağda İlhan Parlak, ortada Hakan Özmert, solda ise Bülent Kocabey'den oluşan üçlüyü yerleştirmişti. Orta alanda Hakan Özmert savunmada sık sık arkasındaki ikiliye yardım etti. Yani savunmadayken diziliş 4-2-3-1'den 4-3-2-1'e döndü diyebiliriz. Orta alanda çok başarılı bir şekilde alan daralttılar ve rakibe pas imkanı tanımadılar. Kendileri ise özellikle tek pasla çıktıkları anlarda çok etkiliydiler. Birol da iki Hakan da topla arası iyi olan oyuncular. O sebeple top yapmakta hiç zorlanmadı Karabükspor.

Kanatlara bakacak olursak, Bülent Kocabey'in fena olmadığını ancak biraz daha güçlenmesinin kesinlikle şart olduğunu söyleyebiliriz. İlhan Parlak konusunda fazla söze gerek yok. Asla bu ligin oyuncusu değil. Şansını Bank Asya'da denemeli artık. Kaldı ki sakatlar iyileşince de kolay kolay forma yüzü göreceğini sanmam. Hiçbir faydası olmadı takıma bugün de. En ilerideki Emenike, bugün yine çok etkiliydi. Onu anlatmaya gerek yok artık. 1,5 senedir anlatıyoruz zaten. İlhan nasıl bu ligin oyuncusu değilse, Emenike de bu ligin oyuncusu değil. Ancak arada bir fark var. Emenike daha iyi liglerde oynamalı. Zaten son yaşanan olaylardan sonra (Okan Bayülgen olayı ve Manisa maçındaki saçma kırmızı kart) onun da bu ülkeden ayrılmaya niyetli olduğunu biliyorum. En azından sezon sonunda Karabükspor'dan ayrılacaktır. Türkiye'de kalıp kalmayacağını ise hep beraber göreceğiz. Ancak şunu söyleyebilirim. Bugün bu kadar iyi oynayacak kadar toparlamasında Karabüksporlu yöneticilerin ve teknik heyetin özverili çalışmasının payı büyük. Ona moral depolamak için çok uğraştılar. Gerçi bugün yine çıldırmıştır herhalde. Manisa maçında kendisine yapılan penaltı ve faulun çalınmaması ve ardından gördüğü kırmızı kartın ardından bu maçta da iki penaltısının verilmemesinin nedenini kimse ona izah edemez.

Karabükspor kalecisi Tomic'ten de biraz bahsetmek lazım. Normalde en büyük eksikliği yan toplardadır Tomic'in. Ancak bugün gördük ki, yan toplardaki zaafını büyük ölçüde kapatmış. Cepheden gelen toplarda zaten başarılıydı. Ki bugün de 3-4 çok net pozisyonu kurtararak Karabükspor'un son dakikalardaki direncinin odak noktası oldu.

Savunma hakkında ise genel olarak olumlu bir görüntü vardı bugün Karabükspor'da. Kerim Zengin ve Seric, kanatlarda gayet iyiydiler. Kerim zaman zaman Simao karşısında zorlandı. Erken kart görmesi nedeniyle de özellikle ikinci yarıda biraz kontrollü oynamak zorunda kaldı. Golde de orta açtırmasa olurdu hani. Ancak genel performansını beğendim. Çok iyi kademelere girdi. Seric de neredeyse kusursuzdu diyebiliriz. Savunmanın ortasında Muhammet Hanifi'yi beğendim. Takıma oturmuş. Net oynuyor. Deumi yine rezalet. Kendi kalesine attığı gol, şanssızlıktan öte bir beceri işidir. Bu sene onun kişisel hataları yüzünden belki de onuncu maçta puan kaybediyor takım. Sezon sonu hiç düşünmeden gönderilmeli. Bana kalsa şimdi odunla kovalarım, o ayrı :)

Yeni transfer Hocine Ragued de bugün sonradan oyuna girerek şans buldu. Sert oyuncu. Hatta biraz fazla sert. Bol kart görür bu ligde. Topla arası iyi. Tozo da takıma katılınca o bölgede bol alternatif olacağı için onun göreceği kartlar çok da önemli değil. Yararlı olabilir...

Netice olarak iki takımın da kazanabileceği bir maçtı. Bol gol görebilirdik. Ancak hakem rezalet bir maç yöneterek tüm hevesimizi kursağımızda bıraktı.

3 Şubat 2011 Perşembe

Transfer Yanlışları, Keşkeler... / Gaziantepspor:3 Galatasaray:2

Açık söyleyeyim, çok güzel maç oldu. Galatasaray da umduğumdan iyiydi. Bunun tek nedeni de bana göre Kewell ve Neill'in dönüşü olmuştur. Bu iki oyuncunun dönüşü, Galatasaray'ın sahadaki futbol aklını, kalitesini gözle görülür ölçüde arttırdı. Baros'un da iyileşip takıma tam kapasiteyle dönmesiyle birlikte sınıf atlar bu takım. Tabii sahada Mustafa Sarp, Aydın Yılmaz gibilerinin olmaması kaydıyla...

Bugün, Galatasaray'ın transferdeki yanlışları da bir kez daha yüzümüze bir tokat gibi çarpıldı. Devre arasında "Galatasaray'la anlaştım, her an sözleşme imzalayabilirim" diyen çocuk, bugün Galatasaray'a iki harika gol attı. Evet, Galatasaray yönetiminin oyalayıp sonunda almadığı Cenk Tosun, Gaziantep adına Galatasaray'ın ipini çeken isim oldu. Bravo ona, umarım çok daha iyi olur. Bu çocuk bir an önce Türk Milli Takımı'na da kazandırılmalı. Şu an Alman Ümit Milli Takımı için mücadele ediyor ancak teklif gelmesi halinde tercihinin değişme eğilimi de mevcut. Transfer döneminde Gaziantep'e kaptırılan (ya da ikram edilen) Cenk Tosun, bugün Galatasaray'ın transferdeki bir yanlışı olarak dikkat çekerken, kaledeki Robinson Zapata da bir diğer yanlışı olduğunu ispat etti. Yediği goller (ilk gol hariç) kesinlikle hatalı. Üstüne bir de Ismael Sosa'yı ceza sahası içinde düşürerek yaptığı ancak hakem tarafından verilmeyen penaltı var. Refleks falan da hak getire. Geldiği ilk günlerde refleksleriyle övgü topluyor, Youtube görüntülerinde de bu özelliği en büyük silahı gibi görünüyordu. Bugün gördük ki arkadaş oynamadığı sürede oldukça paslanmış ve Galatasaray kalesinde rehabilite olmaya gelmiş. Oynadıkça açılır muhabbetine girmeyeceğim. Zira Galatasaray'ın 32 yaşında bir adamın açılmasını bekleyecek lüksü yok. Kaleci konusunda son söyleyeceğimi ilk anda söylüyorum: Robinson Zapata ve Aykut Erçetin'in olduğu yerde Ufuk Ceylan'a Abdurrahman Çelebi demeli ve sezon sonuna kadar kaleyi ona teslim etmeli Hagi. Ufuk şu haliyle yeterli mi? Değil. Ancak hata yapsa dahi kendisine güvenildiğini hissederse gelişim gösterebilir mi? Ben kesinlikle göstereceğine inanıyorum.

Onun dışında Cana'nın savunmada, Neill'in ön liberoda oynamasını yadırgamadım. Çabuk oyunculara karşı ağır kalan Neill-Servet ikilisi daha büyük sorunlara yol açabilirdi. Cana'nın orada değerlendirilmesi yanlış olmadı. Ancak Mustafa Sarp ve Aydın Yılmaz'ın oyuna girmeleri fevkalade büyük bir yanlıştı. Olmuyor işte, fazla da ısrar etmemek lazım bu arkadaşlarda. Aydın gireceğine Anıl Dilaver girsin, Emre Çolak girsin. Mustafa Sarp için bir şey demiyorum bile artık. Aylardır her türlü fikrimi belirtmişim zaten. Mustafa Sarp bırakın Galatasaray'da oynamayı, Galatasaray'a karşı oynasa bile gurur duyması gereken adamdır. İyi niyet bir yere kadar. Adamın futbol anlayışı, yeteneği izin vermez şu kulübün kapısından girmeye.

Stancu'nun golüne bayıldım. Vuruş tekniği tamamen üst düzey. Ancak Stancu bugün biraz kayıptı. Belli ki daha zamana ihtiyacı var. Sorumluluk aldıkça performansını arttıracaktır. Öyle bir izlenim verdi. Zamanla takıma alıştıkça sorumluluğu da artar ve daha yararlı olur kanısındayım. Ancak gole rağmen bugünkü performansı yetersiz doğal olarak.

Gaziantepspor'a biraz değinecek olursak, çok iyi bir takım olduklarını söylesek yeterlidir herhalde. Her yönüyle takım olmuşlar. Tolunay Kafkas çok iyi iş başarmış. Normalde futbol anlayışını beğenmem ben Tolunay Kafkas'ın. Kısır bir futbol anlayışı vardır bana göre. Özellikle geçen sene Kayseri'deki anti futbol anlayışı, hücumda sırtını sırf Makukula dayaması ve o olmadığında alternatif üretmekte zorlanması nedeniyle çok sıcak baktığım bir teknik direktör değildir. Ancak bugün gördüm ki Gaziantepspor'dan çok farklı bir takım yaratmış. Bütün ön yargılarımı yıktı. Evet, Gaziantepspor gibi müthiş hücum potansiyeli olan bir kadrodan yine iyi bir savunma takımı çıkardı. Ligin ilk yarısında takımına gol yememeyi öğretmişti. Şimdi atmayı da öğrettiğini gördük. Cenk'e güvenip direkt ilk on bire koyması, takımı hücum yönünden de geliştirip zenginleştirmesi takdir edilesi. Tolunay, futbol anlayışı olarak geçen seneden farklı. Üzerine de koyuyor. Bu gelişimin devamı çok önemli. Genç oyunculara yeterli sorumluluğu veren ve onların gelişimine katkı sağlayan, iyi bir teknik direktör olarak, kendisini böyle geliştirmeye devam ederse taktik çeşitlilik ve futbol mentalitesi bakımından da Türkiye'nin en önemli 1-2 antrenöründen biri olabilir.

Netice olarak güzel maç oldu. Galatasaray ilk defa geri düştüğü bir karşılaşmada öne geçme başarısını gösterdi ancak maçı yine de kaybetti. Alınan skor tur için avantaj sağlar. Rövanşta Galatasaray'ın şansı büyük. Kendi sahasında oynamanın avantajını kullanmaları gerek. Bir ay sonraya daha oturmuş bir takım olarak, sakatlık vs gibi durumları da abartılı yaşamazlarsa turu geçmemeleri için bir sebep yok.

Fenerbahçeliyim ve Bükülüyorum

                                                   Ahlak 1-0 Aykut Kocaman

Çok değil birkaç gün önce Fenerbahçe olmak ya da olmamak maçında Trabzonspor ile karşı karşıya geldi. Maçın başlamasından bir hafta önce Türk Spor Medyası’da gardını almıştı; her yerde bu maçın bir daha telafisi olmayacağı yönünde başlayan haberler, maç günü geldiğinde sanki iki takım savaşa çıkacakmış halini aldı.
Çok sevgili medyamız; tabii ki bazı yayın organlarını tenzih ediyorum, Aykut Kocaman ile Şenol Güneş arasındaki söz düellosunu kullanarak büyük bir meşale yakıp kime denk gelirse diyerek meydanlara bıraktılar.
Sonunda maç günü gelip çattığında herkes o anı merak ediyordu; teknik adamlar tokalaşacaklar mıydı? Tabii ki tokalaştılar çünkü Şenol Güneş ahlaki değerleriyle zaten Trabzonspor’un başına geldiği günden beri ülkemizde ders niteliği taşıyan söylemlerin altına imza atıyordu.
Bugüne kadar misafirperverlik diye övündüğümüz en yüce olgumuz o gün sınıfta kaldı ama! Ben bir Fenerbahçeliyim ama Sayın Şenol Güneş’in sıfır kompleks ile Aykut Kocaman’ın ayağına gitmesinden ötürü aşırı üzüntü duymaktayım. Bugünden sonra bana düşen adamlığınızın altına gözüm kapalı imza atmaktır Sayın Şenol Güneş ama büyüklüğünüzden ötürü şimdi burada bükülüyorum; bükülüyorum!
Sağlıcakla..

2 Şubat 2011 Çarşamba

Varlığın Zarar Bilica...

Fenerbahçeli Fabio Bilica geçenlerde bir motokuryeye jipiyle çarpıp olay yerinden kaçtığı için polise ifade vermiş. Bir insanın her hareketi mi insanın sinirlerini hoplatır. Birkaç ay önce de yeni doğum yapmış eşi gazetelere kocasının eve uğramadığını ve günlerce ondan haber alamadığını falan söylemişti. Üstelik okuma yazması da yokmuş.

Adamın varlığı zarar. Hem saha içinde hem saha dışında... Bilica gibi futbolcu olmasa yaşamını idame ettirebilmek için ne işlere karışabileceği meçhul adamların bu ülkeye gelip krallar gibi yaşaması, üzerine bir de yukarıda geçen olaylara karışması fazlasıyla koyuyor. Bizde zaten yeterince var kendisinin benzerlerinden. Bir de yurt dışından ithal etmeye ne gerek?

1 Şubat 2011 Salı

David Luiz Chelsea'de / Avrupa'dan Diğer Transfer Haberleri - 7


Bugün muhtemelen bir post daha gireceğiz transferlerle ilgili ama arada kaçırmayalım diye fırsat buldukça yazmaya çalışıyoruz. Dün Helmes'in Wolfsburg'a ve Amauri'nin Parma'ya geçişlerini atlamışım mesela. Şimdi belirtmiş olduk.

David Luiz 25 milyon euro bonservis bedeli ödenerek mavilere geçti. Terry ve Alex sakatlanınca, Carvalho da gittiği için Ivanovic'i çok zor durumlarda görmüştük ilk yarı. Luiz derinlik yaratacaktır. 25 milyon euro eder mi bilmiyorum ama Chelsea'ye daha ucuz transfer de imkanlı durmuyor bu şartlarda.

Galatasaray'ın kadrosuna katmak istediği Bradley Aston Villa'ya, Jan Polak Wolfsburg'a gitti.

Stephen Ireland, Aston Villa tarafından kiralandı.

Dortmund orta sahası Hajnal, Stuttgart'a kiralandı.

Formica niyahet Blackburn ile sözleşme imzalayabildi.

Chelsea'nin genç golcüsü Sturridge, Bolton'a kiralandı.

Giovani Dos Santos, Santander'e kiralandı.

Gudjohnsen, Fulham'a kiralandı.

Internacional(Inter değil) Cavenaghi'yi kiraladı.

Bursaspor Jozy Altidore'u kiraladı, Ahmet Arı'yı bonservisiyle birlikte aldı. İki iyi transfer.

Kategoriler

201 afrika uluslar kupası 2010 dünya kupası 2014 dünya kupası a milli takım a2 ligi abdul kader keita abdullah avcı adana demirspor adanaspor adnan polat adriano ajax akhisarspor alanyaspor alex de souza alexis sanchez ali sami yen stadı almanya alpaslan dikmen altay amerika birleşik devletleri andre santos andrea pirlo ankaragücü ankaraspor anket antalyaspor arda turan arjantin arsenal arsene wenger as monaco atınç nukan atletico madrid aurelien chedjou avustralya aydın karabulut aykut erçetin aykut kocaman azerbaycan aziz yıldırım ballon d'or bank asya 1. lig barcelona başakşehir batuhan altıntaş batuhan karadeniz bayer leverkusen bayern münih bekir irtegün belçika benfica bertul kocabaş beşiktaş Beşiktaş ve City blogtivi bogdan stancu bolton wanderers boluspor borussia dortmund bosna hersek braga brezilya bucaspor bundesliga burkina faso bursaspor bülent ataman bülent korkmaz bülent uygun bülent ünder caner erkin celal kıbrızlı celtic cem sultan cesc fabregas ceyhun eriş ceyhun gülselam cezayir championship chelsea christoph daum claudio bravo claudio caniggia claudio pizarro claudio taffarel copa america corinthians cristiano ronaldo cska moskova cüneyt çakır çaykur rizespor daniel güiza danimarka david villa deniz kadah denizlispor deportivo la coruna didier drogba didier zokora diego maradona dirk kuijt diyarbakırspor doğaüstü futbol gerçekleri dunga dynamo dresden egemen korkmaz eintracht frankfurt elano elazığspor elvir baliç emiliano insua emmanuel emenike emre can erdoğan arıca eskişehirspor euro 2012 euro 2016 fabio bilica fanzin faryd ali mondragon fatih terim fc sion fc twente felipe melo fenerbahçe fernando muslera ferudun tankut fifa fildişi sahili formalar frank lampard frank rijkaard fransa franz beckebauer futbol sandığı galatasaray gana gaziantepspor gençlerbirliği genoa getafe gheorghe hagi giampaolo pozzo gine gino pozzo glasgow rangers gökhan inler gökhan töre gökhan ünal göztepe granada greuther fürth guillermo ochoa gurbetçi futbolcular guti guus hiddink güncel güney afrika güny kore güvenç kurtar haftanın ardından hakan arıkan hakan çalhanoğlu hakan şükür hakemler hamburg hamit altıntop hannover 96 harry kewell hasan kabze hayrettin demirbaş hertha berlin hırvatistan hikmet karaman hollanda honduras hugo almeida ibb ibrahim üzülmez ibrahima yattara iddaa ilkay gündoğan inceleme incleme ingiltere inter irlanda cumhuriyeti ispanya istanbulspor isveç isviçre italya ivica olic j-league japonya jerry akaminko johan elmander jose mourinho jupp heynckes juventus jürgen klopp kadir has stadı kamerun kardemir karabükspor karlsruhe karşıyaka kasımpaşaspor kasper hjulmand kayserispor keylor navas kıymeti bilinmeyenler kocaelispor kolombiya konyaspor kosta rika kulüpler birliği la liga lazio lefter küçükandonyadis leipzig lens ligue 1 lionel messi liverpool livorno lokomotif moskova lomana lualua los galacticos lucas neill lugano lyon maç öncesi maç yorumu mahmut özgener mainz mali mamadou niang manchester city manchester united manisaspor mario balotelli mario götze marius alexe marsilya martin palermo mateja kezman medhi benatia mehmet ali aydınlar mehmet ekici meksika melih gökçek mersin idman yurdu mert günok mesut bakkal mesut özil metin diyadin metin oktay metin tekin mevlüt erdinç mhk michael owen michael skibbe milan milan baros miroslav klose muhammed demirci muhammet reis mustafa denizli mustafa yücedağ nadir çiftçi napoli necati ateş necip uysal newcastle united nicolas anelka nijerya nostalji notts county nuri şahin nürnberg oğuz çetin oğuz sarvan oğuzhan özyakup olcan adın olympiakos orduspor orhan şam osc lille oscar cordoba ömer toprak panathinaikos paok paraguay pep guardiola pierre webo portekiz porto portsmouth premier league premier lig psg ptt 1.lig radamel falcao rafael benitez rais m'bolhi raymond domenech real madrid real sociedad rıdvan dilmen ricardo quaresma rigobert song river plate robert lewandowski roberto carlos robinson zapata roma romario ronaldinho ronaldo rosenborg sabri sarıoğlu sakıp özberk samet aybaba samir handanovic sampdoria samsunspor schalke 04 selçuk inan selçuk şahin semih şentürk senegal sercan sararer serdal adalı sergen yalçın serie a servet çetin sezer öztürk shakhtar donetsk sırbistan simao sabrosa simon kuper simon zenke sinan bolat sinan engin sivasspor slaven bilic slovakya slovenya spor basını sportivi st etienne stefan scepovic stoke city stsl stuttgart süleyman koç süper final şampiyonlar ligi şenol güneş şili tayfun korkut temur ketsbaia tff thierry henry tim howard tim krul tolgay arslan tolunay kafkas tottenham hotspur toulouse trabzonspor transfer tsg 1899 hoffenheim tsl tugay kerimoğlu tunus türk telekom arena twitter u20 udinese uefa uefa avrupa ligi ufuk ceylan unutulmaz ikililer uruguay ümit karan ümit kayıhan ünal aysal valencia vfl wolfsburg villarreal vincent enyeama volkan şen watford wayne rooney werder bremen wesley sneijder yekta kurtuluş yeni zelanda yeşil burun adaları yıldırım demirören yılmaz vural yunanistan yunanistan süper ligi yusuf şimşek yücel ildiz zenit ziraat türkiye kupası ziya doğan zlatan ibrahimovic zoran simovic zvjezdan misimovic

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails