Bu sayfaya uzun süredir bir şeyler yazma fırsatı bulamıyordum. Aslında ne zamandır aklımdaydı. İnsan boşlamak da istemiyor ancak vakit olmayınca da yapacak bir şey yok. Neyse ki birkaç gündür ülke futbolunun en temel sorunlarından biri olduğuna inandığım bir konuda peş peşe haberler çıktı da böylelikle blog için vakit yaratmak biraz da mecburi hale geldi.
Beni uzun aradan sonra blog yazısı yazmaya iten konu futbolumuzdaki baba figürü ve bu figüre olan tehlikeli bağımlılığımız... İlk olarak, bir zamanlar penaltı atışları esnasında kale çizgisindeki kartal duruşuyla ünlenen, ancak kariyeri Halilagic'in geri pası gibi ayaklarının altından kaydıktan sonra hafızalara daha çok kale direklerine kafa atarken kazınan Fevzi Tuncay'ın başına gelen talihsiz bir olayla gündeme geldi bu konu. Beşiktaş'ın eski kalecisi, eski eşine ödemesi gereken bir para nedeniyle göz altına alınmış ve eski futbolcu arkadaşları bu parayı aralarında toplayıp, Fevzi'nin serbest kalmasını sağlamıştı. Buraya kadar her şey, insanımızın anladığı şekilde vefa ile açıklanabilecekken Fevzi Tuncay'la ilgili bir başka haber de Fatih Terim cenahından geliyordu. Milli takımların yeni hocası, eski öğrencisini bu zor gününde TFF çatısı altında istihdam etme kararı almıştı ve Fevzi Tuncay'ın Milli Takımlar İzmir Bölge Antrenörü olarak göreve başlayacağı söylenir olmuştu. Tabii ki bu da kulağa ilk anda hoş gelen,
insanların yufka yüreklerine hitap eden bir davranış. Ancak benim nazarımda olay bu "baba figürü" sorununun bir çeşit yansıması... Benim çalışma anlayışıma göre daha önce milli takımlarda görev alması düşünülmeyen bir insan için başına gelen kötü bir olayın ardından, yardım amaçlı olduğu her halinden belli olan bir zoraki istihdam alanı yaratmak, profesyonellik dışı bir davranıştır ve içinde bulunulan plansızlık ve sistemsizliğin aynasıdır.
Bu olayın ardından geçtiğimiz gün yine gazetelere yansıyan bir haberde, bu kez Beşiktaş Teknik Direktörü Slaven Bilic'in "Ben oyuncuların babası değilim. Sorunları olduğunda tabii ki ilgilenirim ancak kaçta uyuduklarına karışamam. Öncelikli görevim teknik direktörlük" açıklamasına şahit olduk. Bana göre doğru olan bu yaklaşım, ne yazık ki bu ülkede birçok teknik direktörün başını yemiştir. Mesela her maç öncesi mutlaka kampa girmeye alışmış oyuncuları sadece önemli maçlardan önce kampa alan Frank Rijkaard ve Michael Skibbe gibi teknik direktörler, benzer profesyonellik anlayışları nedeniyle bu ülkede doğal olarak tutunamadıkları gibi, buradaki hezimetleri nedeniyle dünya üzerindeki kariyerleri de sekteye uğramıştır. Bilic'e bu noktada şans dilemekten başka yapacak bir şey yok. Zira biz ne Del Bosque'ler, ne Aragones'ler yedik, hatta ne Mancini'ler yiyerek yola devam edeceğiz gibi görünüyor...
Bilic'in bu açıklamaısının üzerinden 24 saat bile geçmemişti ki bu kez Caner Erkin konuya parmak basma ihtiyacı hissetti. Tabii ki bunu bilerek ya da Bilic'e cevap olsun diye yapmadı ancak tam ucu ucuna denk gelince işin içindeki tezatlık bir kez daha ortaya çıktı. Caner, bugün bir gazetede yer alan demecinde "Biz, Türk futbolcuları olarak duygusalız ve teknik direktör olarak bir BABA isteriz" minvalinde bir ifade kullandı. Ardından da Fatih Terim'le ne kadar iyi geçindiklerini ve birlikte çalışmanın ne kadar keyifli olduğunu anlattı. Aslında Caner Erkin'in buradaki tespiti çok doğru. Fenerbahçeli futbolcu meselenin özünü yakalamış. Kendisinin de içinde bulunduğu Türk futbolcu profilinin genel duygusal yapısını çok güzel açıklamış ancak asıl sorun, bu duygusal yapının bir handikap olduğunun farkında değil. Bu yazıyı yazarken benim üzerinde durmak istediğim her nokta, yapacağım her tanım Caner Erkin'in tespitinde gizli...
Çıkaracağımız en önemli sonuç nedir? Türk futbolcusu duygusaldır ve bir baba profiline ihtiyaç duyar...
Bizim sistemsizliğimizin de, istisnalar dışında yurt dışına giden futbolcularımızın yaşadığı bireysel başarısızlıkların da nedeni tamamen bu... Oynadığı dönemde dünyanın sayılı forvetlerinden biri olarak gösterilen Hakan Şükür'ün İtalya ve İngiltere'deki hayal kırıklıkları, Arif Erdem, Necati Ateş, Tuncay Şanlı ve Hakan Ünsal gibi nice oyuncunun dışarıda dikiş tutturamamış olması hep aynı problemin tezahürüdür. Hatta bugün bu cümleyi kuran Caner Erkin de CSKA Moskova'ya bir gelecek yatırımı olarak transfer olup, ardından aradığını bulamadığı için Türkiye'ye dönmemiş midir? Buna karşın Türkiye'deki son dönemlerinde futbolu ne zaman bırakması gerektiği bile tartışılan Tugay Kerimoğlu'nun 30'undan sonra Premier Lig gibi bir yerde yaptıkları, Nihat Kahveci ve çok sık eleştirsem de Arda Turan'ın başarıları, bana göre sadece onların profesyonellik anlayışlarıyla açıklanabilir. Ki Arda Turan'ın Galatasaray'daki en büyük çıkışını da asla bir baba figürü olmayan, tamamen profesyonellik ve futbolcu psikolojisi konusundaki bilgisi ve görgüsüyle dikkat çeken Karl Heinz Feldkamp döneminde yaşadığını unutmamak gerekiyor.
İşte tam da yakamızda yer alan, belki ülke olarak en büyük başarılarımızı borçlu olduğumuz ancak tamamen kişilere bağımlı kalmamızı sağlayan bu "baba yaklaşımlı teknik direktörlük anlayışı" nedeniyle ileriye ne bir sistem bırakabiliriz, ne de başarılarımızı kalıcı ve devamlı hale getirebiliriz. Bugün Fatih Terim teknik bilgi olarak Türkiye'nin en iyi ve en ilerici hocası olabilir. Ancak benim nazarımda sistemsizlik ve plansızlık da tamamen ona ait özelliklerdir. Bugüne kadar yerine geçecek hiçbir hoca yetiştirmemiştir. Bir Mustafa Denizli, her ne kadar bir futbol dahisi olsa da Jupp Derwall'in kendisine yaptığı iyiliği ve fikirsel yatırımı hiçbir yerli hocaya yapmamıştır. İşte bu yüzdendir ki biz son 15-20 yıldır ne zaman sıkışsak hep bir Fatih Terim, bir Mustafa Denizli'ye sarılır olduk. Şenol Güneş harici üçüncü bir alternatif çıkmadı bile denebilir, ki Şenol Güneş de futbola dair onca fikri olmasına rağmen aynı Fatih Terim ve Mustafa Denizli gibi yanında bir genç hoca yetiştirme, ya da ileriye dönük bir sistem bırakma derdinde olmamıştır.
İlerleyen dönemde bayrağı kimler alır bilemiyorum. Ersun Yanal, Ertuğrul Sağlam, Aykut Kocaman ve Mehmet Özdilek, bu saydığımız isimlerin ardından en başarılı diyebileceğimiz hocalar. Ancak unutmayalım ki Abdullah Avcı da neredeyse bu kalibredeydi ve yaşananlar ortada... Bugün bir sistem hocası gelip ülkede başarılı olabilir mi bilemiyorum. Büyük ihtimalle olamaz. Ancak o günlerin de gelmesi için ne kadar erken başlarsak o kadar iyidir. Öncelik, yapının düzeltilmesi olmalıdır. Futbolun bina edildiği sistem, temelden dizayn edilmeli ve artık bu temel asla tahrip edilmemelidir. Kalıcı başarı ve sistem için ülkenin bir futbol politikasına, bir düşünsel üretkenliğe ihtiyacı var. Biz sıfırdan yapamıyorsak da hazırdaki Almanya ve Belçika gibi örnekleri inceleyerek işe başlamak mümkün. Yeter ki birileri istesin ve futboldaki ranttan gözünü çeksin...
Aksi takdirde bize hep bir BABA gerekir...
2 yorum:
Fevzi Tuncay 15-16 sene futboldan Türkiye sartlarinda iyi paralar kazanmis bir isim. futbollunu biraktikdan 3 sezon sonra para yüzünden hapise dusuyorsa bu "insanlik drami" degil düpe düz ahmaklik. Neyse kendi kazandi,kendi yedi, kendi hapise düstü o onun problemi ama milli takimada görev alan kisiler onun bunun adami veya yazik buda ekmek yesin diye görev verilecek bir yer degil.
Doğrudur Fırat, katılıyorum. Benzer bir durum geçen hafta Abdullah Ercan'la da gündeme geldi ve Abdullah Ercan da kazandıkları büyük paraları doğru yönetmeediklerini itiraf etti. Eğitimsizliğin getirisi de bu oluyor. Sonra birileri bu adamlara kıyak işler ayarlıyor. Etraf işsiz üniversite mezunlarıyla kaynarken dünyanın şanslıları bunlar olsa gerek...
Yorum Gönder