Dün gece Türk futbol tarihinin önemli maçlarından birine çıktı Galatasaray. Malum, her sene Şampiyonlar Ligi çeyrek finalini gören bir ülke değiliz. Sırf bu yüzden bile saygı duyulması ve tadının çıkarılması gereken bir geceyi yaşadık.
Sonuç, rakibin adını düşününce pek de şaşırtıcı olmayan, hatta maçtan önce Galatasaray'ı tutan ya da tutmayan birçok kişinin tahmin ettiği şekilde gelişti. Peki ya oyun? Sahada yaşananlar asla 3-0'ın açıklaması olamazdı. Bu bağlamda üzülmeli miyiz yoksa üzülmemeli miyiz ikiliminde kaldığımı söylemem gerek. Sezon başında "Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde Real Madrid'e eleneceksiniz" deseler "Eyvallah, gayet iyiymiş" der geçerdim. Dünkü maçtan sonra bu konuda böylesine rahat olmadığımı düşünmeye başladım. Neden üzülmeliyiz sorusunun cevaplarını aslında çoğumuz biliyoruz ancak tekrar hatırlamakta fayda var.
Öncelikle "neden üzülmemeliyiz" diye sorduğumuzda vereceğimiz cevaplar belli. Takım, bu sezon beklentinin üzerinde bir Şampiyonlar Ligi performansı sergiledi. Hem bireysel olarak hem de takım olarak verimli bir dönemdi ve bu verimli dönemim mali getirileri de oldukça ciddi boyuttaydı. Hedefleri aşmış olmanın ve sonraki hedefler için kazanılan zamanın önemi çok büyük. Ayrıca Real Madrid gibi bir rakibe karşı oynuyor olmak da önemli. Orası artık farklı bir sınıf. Her ne kadar eskiden Real Madrid'i fazlasıyla üzmüş olsak da aradaki kategori farkını inkar etmenin bir anlamı yok. Yine de rövanşta tur olmaz belki ama galibiyet neden olmasın?
Şimdi "neden üzülmeliyiz" ya da "neden üzülüyoruz" sorusunun cevaplarını arayalım. Öncelikle oynanmaya çalışılan futbol gerçekten saygı duyulacak, cesur bir futboldu. Rakibin ismi büyüktü ancak Fatih Terim'in sahaya yansıtmaya çalıştığı oyun anlayışı bu büyük isme yakışır bir rekabet sunmayı hedefleyen cinstendi. Zaten daha önceki Şampiyonlar Ligi maçlarında da Galatasaray hiçbir zaman mahkum bir görüntü sergilememişti. Bu seneden örnek vermek gerekirse deplasmandaki Manchester
United maçında da takım çıkmış ve kendi topunu oynamaya çalışmıştı. Hatta Galatasaray'ı çeyrek finale getiren sonuçlar hep rakip sahalarda oynanan cesur ve karakterli futbolun getirisiydi. Dünkü maçta da topa hakim olma, pas sayısı, pas yüzdesi ve kaleyi bulan şut/gol pozisyonu gibi istatistiklerde Real Madrid'den hiç de kopuk olmayan bir tablo çıktı ortaya. Avrupa'nın iyi denebilecek takımlarını getirip Real Madrid'in karşısına koyduğunuzda bu şekilde rakamlara ulaşmanız çok da kolay olmayacaktır.
Düne dair insanın içini burkan bir diğer detay da yaşanan hakem şanssızlığıydı. Adını dahi hatırlamadığım Norveçli tecrübesiz hakem, Galatasaray lehine vermesi gereken iki tane çok net penaltıyı es geçmekle kalmadı, bunlardan birinde Burak Yılmaz'a kendisini aldatmaya yönelik hareket nedeniyle kart göstererek bir sonraki maçta cezalı duruma düşmesine neden oldu. Tabii ki yenilgiyi hakeme yüklemek biraz safdillik olur. Ancak skor en azından 2-1 ve hatta 1-1 gibi bize avantaj sağlayacak şekilde bitebilirdi. Rakip ne kadar üstün olursa olsun, sahadaki aksiyon bu skorları mümkün kılacak cinstendi.
3-0'lık skoru getiren bir diğer detay da gollerdeki bireysel hatalardı. İlk iki gol, tamamen Semih-Eboue ikilisinin konsantrasyon eksikliği ve bir anlık boşluklarından dolayı geldi. Karşı takımdaki Mesut Özil, Ronaldo ve Benzema gibi oyunu her an döndürebilecek oyuncular, bu tarz anlık boş bulunmaların cezasını gayet iyi kesebilen oyuncular. Dün de başımıza gelen buydu aslında. Burada Semih'e fazla eleştiri getirmek istemiyorum. Formsuz bir dönem geçiriyor olabilir. Ya da heyacanına yenik düşmüştür. Bu her futbolcunun yaşadığı bir şeydir ve olağandır. Ancak Emmanuel Eboue gibi müthiş bir uluslararası tecrübeye sahip ve fizik kalite olarak çok üstte olması gereken bir yaşta oyuncuya gollerdeki bu hatalar kesinlikle yakışmadı. Hataların yanı sıra bir umursamazlık da var. Yanılıyor muyum bilmem ama benim gördüğüm bu. Dün Sabri oynasa bundan daha kötü olurdu diyebilecek biri var mı acaba? Ayrıca Eboue'nin ilk yarıda ceza sahası içinde kaçırdığı pozisyon da maçın kader anlarındandı. Bir savunma oyuncusu da olsa Eboue kariyerinde ve klasında bir oyuncunun yapmaması gerkeen kötü bir vuruş yaptı.
Olayı birkaç hakem hatası ve bireysel savunma hatalarına indirgemiyorum. Ancak 3-0'lık skorun biraz pisi pisine geldiğini de kabul etmek lazım. Zaten dünkü yenilginin de beni en çok üzen noktası bu pisi pisine yenilgi idi.
Tüm bunların dışında Burak Yılmaz'ın üzerinde hissettiğini tahmin ettiğin baskı nedeniyle fazlasıyla tutuk olduğunu, Sneijder'in belki de fizik olarak kendisini hazır bulmaması nedeniyle saklanarak oynayıp sorumluluk almadığını ve takımda genel bir heyecan olduğunu da unutmamak gerek. Ayrıca Dany'nin hakkını yemeyelim. Sezon başından bu yana onu çok eleştirdim ama dün gerçekten takımın en iyisiydi ve Şampiyonlar Ligi seviyesinde top oynadı.
Bir de Fatih Terim'den bahsetmek gerek. İkinci yarıya başlarken Sneijder'in yerine Gökhan Zan'ı alarak 3 stopere döndü. Savunmada 5-3-2, top ayaktayken 3-5-2 görüntüsünde bir formasyon denedi. Bunu kimse beklemiyordu doğal olarak. Daha önce denenmemiş bir dizilişin böylesine önemli bir maçta uygulamaya konması takımı 5-6 gollü bir hezimete de götürebilirdi. Bu açıdan eleştirilebilir bir seçim yaptı diyebiliriz. Ancak sonuç olarak kabul etmeliyiz ki o Fatih Terim'dir. Onu Fatih Terim yapan şeyse bugüne kadar kimsenin düşünmediğini, uygulamaya cesaret edemediğini deneyerek bununla sonuç almayı başarabiliyor oluşudur. O yüzden yaptığı şeye saygı duyuyorum. Böylesine denemeye açık ve cesaretli oluşunu da takdir ediyorum.
Son bir söz de maç sonundaki frikik için yazmak lazım. Atışı Drogba'nın kullanacağı o anda az çok belliydi. Hakemin faul düdüğünü çalmasıyla beraber Drogba topu aldı ve atışı kullanmak üzere büyük bir itinayla dikti. Sanırıım ekran başında benim gibi birçok izleyen de bu vuruşu Selçuk'un yapması gerektiğini düşünüyordu. Dün son dakikadaki o frikik atışını Selçuk İnan kullanmalıydı. Drogba'nın da iyi bir duran top kullanıcısı olduğunu biliyoruz ancak takımın da belli dinamikleri olmalı. Öncelik kesinlikle Selçuk'tur benim gözümde. Drogba iyi frikikçidir ancak Selçuk "benim görüşüme göre" sahada olduğu ve kendine güvendiği sürece bu vuruşların tek sahibidir.
Sonuç olarak her şeye rağme gurur duyulması gereken bir takım ve iş var ortada. Şimdi yapılması gereken, bu standardın devamlılığını sağlamak. İkinci maçta güzel bir galibiyet tabii ki gurur okşayıcı olur. Fakat asıl önemli olan seneye ve sonraki senelerde de bu seviyeyi yakalayabilmek olacaktır.
0 yorum:
Yorum Gönder