Dün sıradan bir lig maçı oynadı Galatasaray. Karşısında ligin kadrosu iyi, futbolu sıradan takımlarından Kasımpaşa vardı. İyi oynamadı ve ilk golü atan taraf olmasına rağmen 90 dakikanın bitiş düdüğü çaldığında tabelada Kasımpaşa'nın 2-1'lik üstünlüğü yer alıyordu. Üstelik ikinci yarıda rakip biraz daha şanslı olsa skor 4'ü ya da 5'i bulabilirdi.
Bunlar önemli değil. 34 haftalık sezon içerisinde bu tarz yenilgiler alınabilir. Her sene alınıyor. Geçen sene de alınmıştı. Yenersin, yenilirsin... Yenildiğinde tekrar ayağa kalkar ve mücadelene devam edersin. Sezon sonunda şampiyon olursun ya da olmazsın. Bunlar önemli değil. Galatasaray'ın çok daha büyük sorunları var. Ne zamandır dillendiriliyor, ancak kimse bu konuda somut açıklamalar yapmıyordu. Taa ki dün geceye kadar... Olayların başrolündeki isimlerden Fatih Terim, dün gayet esaslı bir açıklama yaptı. Fatih Terim'in dünkü halinde de muhakkak eleştirilebilecek noktalar vardır. Eleştireceğiz de, ancak olayların genel gidişatını terazinin iki kefesine koyduğumuzda Fatih Terim'in ağırlıklı olarak haklı olduğunu düşünüyorum.
Şimdi bundan iki sene öncesine gidelim. Adnan Polat yönetiminde kıvranıp duran bir kulüp ve depresif bir taraftar topluluğu vardı ortada. Neredeyse hiçbir branşta başarı gelmiyordu. Kulübün ekonomik yapısı inceden iyiye gidiyordu belki ama hem stat
açılışında yaşananlar, hem sportif hüsranlar kulübü içinden çıkılmaz bir duruma sokuyordu. Yeni bir yapılanma ve kulübün tüm dinamiklerini bir araya getirecek bir yönetime ihtiyaç olmasından dolayı Ünal Aysal ismi ortaya atıldı. Ünal Aysal, yaşını başını almış ancak bu zamana kadar kulüp içindeki politik çekişmelerden uzak kalmayı başardığı için de bakir bir isimdi. Camianın çeşitli kanatlarından insanları bir araya getirip bir yönetim oluşturdu. Hemen herkesin desteğini alarak başkan seçildi. Buraya kadar her şey tamam...
Başkanlık seçimine yakın zamanlarda Aysal'ın yaptığı açıklamalar çok önemli. Taraftara umut veren, başkanın belli bir düzlüğe çıkma planı olduğunu gösteren açıklamalardı bunlar. Ancak aralarında bir tanesi vardı ki, onun altını kalın kalın çizmemiz gerekiyor:
"Ben başkan seçildikten sonra geri plana çekilip işleyişle ilgileneceğim. Bunlar, benim basına verdiğim son demeçlerdir. Bundan sonra beni medyaya konuşurken göremeyeceksiniz. O işi özel olarak görevlendireceğimiz arkadaşlar yapacaklar"
Ünal Aysal işte bu cümlelerine hiç sadık kalmadı. Ne zaman bir mikrofon görse demeç verdi. Belki o dönem Türk futbolunun içinde bulunduğu kaos ortamı (şike süreci) nedeniyle bir başkan olarak kendisinin de görüşünü bildirmesi gereken durumlar olmuş olabilir ancak ne yazık ki o konu ayırt etmeksizin hep konuşmayı, hemen hemen her şey hakkında fikir beyan etmeyi tercih etti. Tabii çok konuşan, doğal olarak çok hata yapacaktı. Öyle de oldu.
Uzun yıllar yurt dışında yaşayan Ünal Aysal'ın, olaylara ne kadar profesyonel bir pencereden baktığını az çok anlamıştık. Yurt dışında profesyonel piyasada kullanılan bazı kavramlar ya da bırakalım kavramları, yurt dışındaki profesyonel bakış açısı Türkiye'de bazı yanlış anlaşılmalara yol açabilecek içeriklere sahiptir. Türkiye'de başarı -özellikle de siyaset ve futbolda- profesyonellikle değil, iş yapabilme/yaptırabilme becerisi ve karizmayla yakalanır. Kendisini beğenirsiniz beğenmezsiniz, Fatih Terim de bu karizmaya ve becerilere sahip bir insandır. Mesela ben kişiliğini, kibirini beğenmem. Benim beğenip beğenmemem de zerre önemli değildir. Ama yaptıklarına sonuna kadar saygı duymakla birlikte şu futbol ortamında aynı şeyleri yapacak başka bir yerli futbol adamın da varlığıına inanmam. İşte tam da bu yüzden Fatih Terim benim gözümde Türkiye'deki futbola değer katabilecek 3-5 özel kişiden birisidir. Ve siz ne kadar profesyonel olursanız olun, kurumsal yapıya ne kadar hakim olursanız olun, ne derece iyi bir organizatör ve yönetici olursanız olun, Fatih Terim gibi birisini profesyonelliğin o dar kalıplarına sığdıramazsınız. Yani "maaşlı çalışan, eleman" gibi kavramlar, teknik olarak ne kadar doğru olurlarsa olsunlar, Fatih Terim gibi bir kulübün tarihine malolmuş kişiler için kullanıldıklarında, sarfedicilerini komik duruma düşürmekle kalmaz, kulübü de anlamsız bir buhrana sokar. Galatasaray'da son dönemde yaşananların patlama noktası tam olarak budur.
Bir de işin alt yapısı var tabii. Olayın taa en başa dayandığını, hocanın Bülent Tulun isminden ne kadar rahatsız olduğunu biliyoruz. Ki o meşhur mektup olayının ardından Bülent Tulun'un bırakın kulüp bünyesinde çalışmayı, kulübün kapısının önünden geçememesi lazım ya hadi neyse...
O konuyu uzun uzadıya yazmayacağım. Daha önce Bülent Tulun'a değinmiştim. Yazıyı tekrar okuduğumda aynı şeyleri düşündüğümü anladım. O yüzden aşağıda linkini paylaşıyorum:
Fatih Terim'in dünkü açıklamalarına gelelim şimdi de. İçerik olarak çok doğru. Ne kendisi, ne başkan, ne yöneticiler ne de futbolcular Galatasaray'dan büyük değildir. Hele ki takım ligin son şampiyonu, bu sene de şampiyonluğun en önemli adayı iken, Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıkılmışken böyle suni gündemlerle, birilerinin egosu yüzünden karışmak gerçekten çok anlamsız ve yıpratıcı. Özet olarak ne diyor Fatih Terim? "Onca başarıya karşın yaptıklarınız ortada. Fakat ben size rağmen bu takımı başarıya ulaştırmak için çalışacağım. Lütfen artık şu öne çıkma çabanıza son verin, susun ve bu takımı rahat bırakın". Bence doğru ve haklı bir gönderme. Ancak Fatih Hoca'nın yaşadığı konsantrasyon kaybı da eleştiriyi hak ediyor. Hoca belli ki günlerdir kafasını buna takmış ve bir açıklama kaleme almış. Kasımpaşa maçının skorundan bağımsız, bu açıklamayı yapmayı kafasına koymuş ki o kağıdı cebinde gezdirmiş durmuş. Keşke dün önceliği takıma verseymiş demekten kendini alamıyor insan.
Şu durumdan ne şekilde çıkılır emin değilim ancak bir an önce bir durulmak gerektiğinden kimsenin şüphesi yoktur umarım. Aklı başında, belli bir hayat tecrübesine sahip insanlar var işin içinde. Bir an önce egolarından sıyrılıp tekrar işleri toparlama yoluna gitmeleri herkes adına (başta da tüm bu olanların altında ezilen taraftarlar adına) en iyisi olacaktır.
0 yorum:
Yorum Gönder